Çin’in 2014 yılında inşa etmeye başladığı 2017 yılında ise Doğu Türkistan’ın genelinde milyonlarca Uygur Türkünü ve diğer Türk-Müslüman topluluklarını topluca hapsettiği "Nazi Toplama Kampları" hala kapatılmadı.

Kamplarda milyonlarca insan her gün Çin propagandasına, işkencesine ve soykırım politikasına maruz kalıyor.

Çin'in Doğu Türkistan'daki toplama kamplarının tanığı Gülbahar Celilova ise 2017 yılında ticaret için gittiği Ürümçi şehrinde Çinli polislerce tutuklanarak kampa götürülmüş, bir buçuk yıla yakın söz konusu kampta türlü işkence çeken bir Kazakistan vatandaşıydı.

Celilova kampta bizzat şahit olduğu insanlık dışı muameleleri Kırım Haber Ajansına (QHA) anlattı.

Kendinizi tanıtır mısınız? Çin kampına nasıl alındınız?

Ben Gülbahar Celilova, Toplama Kampı şahidiyim. 4 Nisan 1964’te Kazakistan’da doğdum. Kazakistan vatandaşıyım. 4 çocuk annesiyim. İl, orta ve lise eğitimimi Kazakistan’ın Almatı şehrinde tamamladım. Daha sonra takı ticareti ile uğraştım. Ticaret gereği Doğu Türkistan’dan mal alıp mal götürüp orada satıyordum. 21 Mayıs 2017’de Ürümçi’ye ticaret için gittim. 22 Mayıs sabahı kaldığım otelde 3 polis “bir iki soru soracağız” diyerek beni tutukladı. Sabah kaldığım otelden beni polis merkezine götürdüler, cep telefonumu alıp inceleme yaptılar. Telefonumda hiçbir problem çıkmayınca beni bodrum katına indirdiler. Beni sorguya aldılar. Bana "Sen Türkiye’ye gitmişsin, orada kimlerle görüştün?" diye sordular ve Türkiye’ye gitmediğimi söyledim. Çinli polisler cevabıma sinirlenerek bana şiddet uygulayarak "Biz ne dersek tamam diyeceksin! Sen Türkiye’ye gitmişsin biz bilgisayardan gördük" dedi. Ben direnmeye devam edince önüme Çince bir evrak koydular ve bana imzalamam gerektiğini söylediler. Ben onlara, Çince ve Uygurca yazıları okumayı bilmediğimi, Rusça eğitim aldığım için Rusça bildiğimi söyledim. Yazının benim anlayabildiğim bir dilde olmasını istedim. "Ben bunu imzalayamam, avukat istiyorum" dedim. Onlar "Eğer imzalamazsan, imzalayacağın yere götüreceğiz" diye tehdit ettiler. Aynı gece beni bir Senken denilen Ürümçi’deki 3’üncü hapishaneye (kampa) götürdüler. Aslında beni "toplama kamplarına göndermeleri gerekiyormuş" ama kamplar tamamen dolu olduğu için Senken Hapishanesi’nin bir bölümünü kampa çevirmişler. Varır varmaz beni sağlık kontrolüne soktular. Hamile olup olmadığımı anlamaya çalıştılar. Eğer hamile olsaymışım karnımdaki bebeği düşüreceklerdi. Gözlerime baktılar, parmak izlerimi ve kan örneğimi aldılar. Beni daha sonra hiçbir suçum olmamasına rağmen 704 numaralı koğuşa hapsettiler.

704 numaralı koğuşta nelere şahit oldunuz?

Beni Senken Hapishanesi’nin 704 numaralı koğuşuna kapattılar. Beni oraya götüren gardiyanlar çok katı, çok sert davranıyorlardı. Beni şiddetli bir şekilde iterek odaya soktular. Odada bir lamba vardı. Çok rahatsız ediciydi, koğuşu aydınlatmıyordu. 14 yaşından 80 yaşına kadar kadınlar vardı. Sadece benim kaldığım koğuşta kadın vardı. Küçük bir odanın içinde kırk kişi ve bunların yirmisi ayakta duruyorlardı. İnanamadım orada gördüklerime. O zamanlarda saçlarını kazımamışlardı, hepsinin saçları uzamış berbat görünüyorlardı. Ayaklarında pranga vardı, odadaki kadınların yarısından fazlasının elleri kelepçeyle, ayakları pranga zincirleriyle bağlıydı. Ben nereye getirildiğimi bilememiştim. Burası delilerin kaldığı oda mı diye düşündüm. Sonra bağırdım, çığlık attım. Koğuştaki bir kadın bana, "Ağlama, ağlarsan çok ağır cezalar verilecek’"dedi. Öyle bir odada kaldım ki penceresi yok. Tuvalet aynı odadaydı. Kadınlar tuvalete oturduğunda ve kalktığında her şey görünüyordu. Mecburduk. Çok sağlıksız şartlarda kalıyorduk. Yaklaşık 20 kilo zayıfladım. Her iki günde bir bize iğne yapıyorlardı. İlk günlerde anlamamıştım ama daha sonra öğrendim ki bize vurulan iğneler kadınlık hormonlarında değişiklik yapan iğneymiş. Beyinlerimiz hasar görmüş gibiydi. Zorla yediğimiz ilaç ve iğnelerden sonra acı hissetmemeye başladık. Kadınlığımızı yitirmeye başladık.

Hapishanede kız çocukları var mıydı? Burada neler yaşadınız?

Kapatıldığım hapishanede 14 ile 80 yaş arası kadınlar vardı. Yeni doğum yapan kadınlar doğum yaptığı gün hastaneden hapishaneye getiriliyorlardı. Çocukları ise hastanede kalıyordu. Kadınların sütleri akıyordu. Bu olay bana çok ağır gelmişti. Sütleri akıyor, çocuklarına veremiyorlardı. Çocuğu hastanede kaldığı için anne bebeğinin ne durumda olduğunu bilmiyordu. Çocuklarının nerede olduğu belli değildi. Benim yanıma da bir kadın getirilmişti, o kadının göğsünden süt damlıyordu. O kadınlara sütü kesen ilaçlar veriyorlardı. İlacın tesiriyle süt anında dururdu. Tuvalete girdiğimizde ihtiyacımızı giderdikten sonra elimizi yıkamaya dahi izin vermiyorlardı. Elimizi yıkadığımız zaman abdest alırız düşüncesiyle suya hiçbir şekilde dokunmamıza izin vermiyorlardı. Daha sonra bir kız maruz kaldığı işkenceden dolayı aklını yitirdi. Tuvalette ihtiyacını gördükten sonra oradaki pisliği aldı ve dudağının üstüne ve altına sürerek "Ben erkek oldum" diye bağırmaya başladı. Delirmişti. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bize haftada bir kez Şi Cinping’in resmine 20 dakika baktırıyorlardı. Her hafta bize zorla pişmanlık dilekçesi yazdırıyorlardı. (ÇKP) Partiye olan teşekkürümüzü, bundan sonra çocuklarımıza Çince eğitim vereceğimizi, Çin’in dünyadaki yerinin birinci sırada olduğunu, çocuklarımızı Uygurca okullara göndermeyeceğimizi ifade eden "pişmanlık yazıları" yazıyorduk. Her hafta aynı şekilde devam ediyordu.

İşkenceye maruz kaldınız mı?

Ben sorguya alındığımda ellerimdeki zinciri çıkarırlardı, ama ayağımdaki zincirleri çıkarmıyorlardı. İlk sorguya çekildiğimde 27 yaşlarındaki bir adam geldi ve pantolonunun fermuarını açtı. Bana doğru gelerek "istediğimiz belgeye imza atmazsan senin ağzına sokacağım" dedi. Ben ona "Senin annen yok mu? Senin bacın yok mu? Nasıl böyle yapabiliyorsun?" dedim. Bana yaklaştı ve başıma vurarak "Sen kendine baksana, kime benziyorsun? Sen hayvana benziyorsun, sen nasıl benim annem olabilirsin! Sen nasıl benim bacım olabilirsin! Sen hayvana benziyorsun". dedi. Bu haldeyken ne yapabilirdim, kaçacak yerim yoktu…

Kamptan nasıl kurtuldunuz?

Benim buradan kurtulmak gibi bir düşüncem yoktu, umudumu kesmiştim. Ancak oradan kurtulmama umut ışığı olan şey çocuklarımdı. Ben orada işkence çekerken çocuklarım ellerinden geleni yapmışlar. Kazakistan’daki Çin konsolosluğuna gidip benim nerede olduğumu sormuşlar ancak onlara cevap vermemişler. Kazakistan’daki BM Temsilciliğine, İnsan Hakları Komiserliğine mektup yazmışlar. Sonunda BM’nin Çin’e baskı uygulaması sonucunda oradan kurtuldum. 27 Ağustos 2018’de beni koğuştan aldılar. Hastaneye götürdüler. Saçlarımı boyattılar. Daha sonra güzel bir otele yerleştirildim. Bir hafta boyunca vitamin verdiler, iğne yaptılar. İlaçların etkisiyle hızlıca kendime geldim. Her zaman yanımda Çin istihbaratından bir kadın vardı. Sonra bana uçak bileti kesildi ancak kampta bana zorla içirtilen ve vurulan ilaç iğnelerden dolayı uçağa binemez teşhisi koyuldu. Daha sonra beni Ürümçi Ulusal Güvenlik Kurumuna götürdüler. Orada üç gün kaldım. En son giderken Çinli polisler bana, "Burada yaşadıklarını kimseye bahsetmezsen, normal hayatına devam edersen tekrar Çin’e gelebilirsin, ticaretini yapabilirsin, bizden destek alabilirsin, biz sana gereken her türlü desteği sağlarız ama burada gördüğün şeyleri yurtdışında anlatırsan Çin’in her yerde eli var. Seni öldürebiliriz. Bunu gayet iyi biliyorsun" dediler.

"Kamptaki Kardeşlerimizi Düşündükçe Dayanamıyorum"

Doğu Türkistan’da şu an kara kış. Hava çok soğuk. Kampta kalan kardeşlerimiz aklıma geldikçe dayanamıyorum. Gözlerim yaşarıyor. Şu an ne haldeler acaba? Ben kamptayken bir battaniyemiz bile yoktu, çok üşüyorduk. Bazen ayaklarımız soğuktan hiçbir şeyi hissetmiyordu. Çok zor günler geçirmiştik. Dil ile ifade edilemez yaşadığımız bu zulümler... Kampta kalan kardeşlerimi "Yaşıyorlar mı?"diye merak ediyorum. Onlarla görüşmek hasbihal etmek istiyorum.