Hamas’ın 7 Ekim saldırılarını bahane ederek İsrail’in tüm Orta Doğu’yu savaş alanına çevirme çabası bölgede yeni dinamikleri harekete geçiriyor. Arap ülkelerinin İsrail’e karşı askeri denge sağlayacak bir kapasitesinin olmaması bölgede yeni stratejik arayışları tetikliyor. Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde Arap ülkeleriyle bozulan ilişkilerini 2020’li yılların başından itibaren normalleştirme çalışmaları ve Arap ülkelerinin İsrail’e karşı hissettikleri güvensizlik Türk-Arap ilişkilerinde yeni fırsatlar yaratabilir.

Türkiye, 13 yıl aradan sonra Kahire’deki Arap Birliği 162. Dışişleri Bakanları Konseyi (DBK) toplantısına davet edildi. Bu davet, İsrail’in revizyonist politikaları sonucu Orta Doğu güvenlik mimarisinin yeniden şekillendiği bir dönemde Türkiye’nin gücünün Arap ülkeleri tarafından görüldüğünü ve geçmişte yaşanan ihtilafların büyük oranda hafiflediğini de gösteriyor. Türkiye'nin, toplantıya Suriye dahil olmak üzere tüm üyelerin oy birliğiyle davet edilmesi ise bu kanaati besleyen önemli bir faktör. Kısacası, İsrail karşısında yalnızlaşan ve İsrail'in saldırılarına maruz kalabilecek Arap ülkeleri Türkiye'yi İsrail revizyonizmine karşı bir ağırlık merkezi olarak görme eğiliminde.

Bölge güvenliğinde İsrail lehine yaşanan köklü değişimler

2010’da başlayan Arap Baharı süreci, Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkilerini önemli ölçüde etkiledi. Türkiye’nin bu süreçte bölge halklarının demokratik değişim taleplerini desteklemesi bazı Arap rejimleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu. Ancak Türkiye son dönemde bölge güvenlik mimarisini etkileyen önemli olaylar sebebiyle bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltme yoluna gitti.

Arap Baharı'nın yarattığı bölgesel istikrarsızlık 2010'ların sonlarına doğru azalırken bölgede yeni bir istikrarsızlık dalgası ortaya çıktı. İlk olarak, eski Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump 2017'de Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdı. Aynı dönemde, İsrail'de Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğinde aşırı sağcı bir hükümet başa geldi ve bu durum Orta Doğu'da gerilimi tırmandırdı. Bu tür gelişmeler Orta Doğu'da istikrarsızlığı artırdı.

2000'li yılların başlarından itibaren Batılı güçlerin giriştiği Orta Doğu'da jeopolitik mühendislik politikaları Irak, Suriye ve Mısır gibi ülkelerin nispeten güçlü askeri endüstriyel kapasiteye sahip devlet yapılarının çökertilmesine sebep oldu. Bu devletler, askeri kapasitelerinin azaltılması ve içsel çatışmalarla zayıflatılmaları yoluyla bölgesel güç denkleminden uzaklaştırıldı. Bu stratejik müdahaleler, bölgedeki güç denkleminin İsrail lehine köklü bir şekilde değiştiği sonucunu ortaya çıkardı.

Kassam Tugayları ile Kudüs Seriyyeleri, İsrail mevzilerini hedef aldı Kassam Tugayları ile Kudüs Seriyyeleri, İsrail mevzilerini hedef aldı

Sonuç olarak, 7 Ekim 2023'te Hamas’ın saldırılarını bahane ederek İsrail, Gazze ve Batı Şeria başta olmak üzere tüm Orta Doğu’yu bir savaş alanına dönüştürme politikası izlemeye başladı. İsrail’in Lübnan ve Suriye topraklarına yönelik rutin hale getirdiği saldırıları, bu ülkelerin sınırlarına yaptığı askeri yığınak ve İran’a kadar genişlettiği askeri operasyonlarına ilaveten ABD’nin İsrail’i her koşulda açıkça destekleyen politikaları bölge ülkelerinde derin bir güvensizliğe yol açtı.

İsrail’in nerede duracağı ve ne zaman biteceği öngörülemeyen, hiçbir insani, ahlaki ve hukuki kaygıyı dikkate almayan vahşeti başta Mısır, Suriye, Lübnan ve Ürdün olmak üzere Arap ülkelerinde bir yalnızlık hissine yol açıyor. Bu durum, Arap ülkelerinin İsrail’in revizyonist politikalarına karşı ortak bir tepki ve destek arayışını da belirginleştiriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Arap Birliği toplantısına davet edilmesi bu destek arayışının bir tezahürü olarak okunmalıdır.

Arap ülkeleri Türkiye'yi Orta Doğu'nun ağırlık merkezi olarak görüyor

Başta Lübnan, Mısır, Ürdün ve Suriye olmak üzere İsrail’in saldırganlığına doğrudan muhatap olma ihtimali olan ülkelerdeki güvensizlik hissinin temel nedenlerinden biri, Arap ülkeleri arasındaki derin bölünmelerdir. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi zengin Körfez ülkelerinin İsrail'e karşı gösterdiği duyarsızlık, geçmişte Arap rejimlerinin birleştirici unsuru olan "Arap ve İslam davalarına bağlılık" vizyonunun artık geçersiz olduğunu ortaya koyuyor. 1948’den günümüze kadar İsrail’in saldırgan eylemleri karşısında güçlü bir dayanışma sergileyen Arap dünyası bugün çok farklı bir noktada.

Bugün Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi devletlerin yöneticileri, ülkelerinin olası bir İsrail saldırısına maruz kalmaları durumunda hiçbir Arap ülkesinin yardıma koşmayacağını biliyor. Bu durum, Arap dünyasında yaşanan bölünmüşlük ve çeşitli ulusal çıkar çatışmalarının bir sonucu olarak, dayanışma eksikliğini ve ortak bir savunma stratejisinin yokluğunu ortaya koyuyor. Arap ülkelerinin kendi iç sorunları ve stratejik hesapları, bu ülkelerin İsrail'in saldırganlığı karşısında yalnız kalmalarına neden oluyor, bu da bölgesel güvenlik ve istikrar açısından ciddi endişelere yol açıyor.

Türkiye’nin özellikle savunma sanayisi gibi çeşitli alanlarda elde ettiği ilerleme, İsrail karşısında yalnızlaşan Arap ülkelerinin Türkiye’yi bölgesel istikrar açısından önemli bir aktör olarak kabul etmelerine neden oluyor. Bazı Arap ve Körfez ülkelerinin aksine Türkiye’nin İsrail’in saldırganlığını reddetmesi ve Filistin davasına güçlü bağlılığı Arap ülkelerinin Türkiye’yi bir ağırlık merkezi olarak görmelerinde etkili oluyor. Ayrıca, Türkiye’nin bölge ülkelerinin siyasi istikrarı ve toprak bütünlüğü konusundaki haklı endişeleri İsrail saldırganlığına maruz kalan ülkelerle Türkiye’nin çıkarlarının örtüştüğü bir siyasal ortam yaratıyor.

Arap Birliğinin Türkiye'nin "Arap ülkelerinin içişlerine müdahalesi" iddiasını araştırmakla görevli komitesini feshetmesi ve zirveden yıllar sonra Türkiye’yi eleştiren bir kararın çıkmaması, Arap devletlerinin Türkiye ile ilişkilerini düzeltme isteğini açıkça yansıtıyor.

[Doç. Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.