Aile Geçmişi ve Gençliği

Kahire’de doğdu. 1927’den sonraki bir tarihte Mısır’a göç eden Gazzeli tüccar Abdürraûf el-Hüseynî’nin oğludur. Kendisi ve ailesi tarafından annesi Zehvâ’nın memleketi olan Kudüs’te doğduğu öne sürüldüyse de yıllar sonra ortaya çıkan bir Mısır hastahanesi kayıtlarında 24 Ağustos 1929’da Kahire’de doğduğu kesinlik kazanmıştır.

Asıl adı Muhammed Abdurrahman Abdürraûf Arafât el-Kudve el-Hüseynî’dir. Daha sonra bu adın içerisinden aldığı Arafat ile birlikte kullandığı Yâser ön adı lise yıllarında iken edindiği takma adı, Ebû Ammâr künyesi ise direniş hareketi içerisinde benimsediği kod adıdır. Halk arasında genellikle “el-İhtiyâr” olarak bilinir. Arafat dört yaşında iken annesinin ölümünün ardından dayısının yanında Kudüs’te bulunduğu sınırlı yıllar hariç üniversiteden mezun oluncaya kadar Mısır’da yaşadı. 

Eğitimi ve 1948 Arap-İsrail Savaşı

1947'de Arafat Kral I. Fuat Üniversitesi'ne kaydoldu ve 1950'de mezun oldu. Daha sonraları bu dönemde Yahudilerle giriştiği tartışmalarla ve Theodor Herzl ile diğer önde gelen siyonistlerin yayımladıkları eserleri okuyarak Yahudilik ve Siyonizm hakkında daha iyi bilgilendiğini belirtmiştir. Ancak yaşamının bu evresinde bir Arap milliyetçisi oldu ve gizli yollardan ele geçirdiği silahları Arap Yüksek Komitesi'nin ve Cihat Ordusunun üyeleri tarafından kullanılmak üzere o zaman İngiliz mandası altında olan Filistin'e kaçak yollardan soktu. 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında, Arafat üniversiteden ayrıldı ve diğer Araplarla birlikte Filistin'e girerek İsrail birliklerine karşı savaşan Arap kuvvetlerine katılmaya çalıştı. Ancak Filistin fedailerinin yanında savaşmak yerine, resmî olarak örgüte hiç girmemiş olsa da Müslüman Kardeşlerin yanında savaştı. Çatışmada Mısır kuvvetlerinin ana savaş alanı olan Gazze'de savaşa katıldı. 1949 yılının başlarında savaş İsrail'in lehine doğru ilerlemekteydi ve Arafat bu esnada lojistik destek eksikliğinden ötürü Kahire'ye geri döndü.

Üniversiteye döndükten sonra Arafat inşaat mühendisliği okudu ve 1952'den 1956'ya kadar Filistinli Öğrenciler Birliği'nin başkanlığını yaptı. Diğer Araplar’dan ayrı bir Filistinli kimlik bilincinin ve Filistinliler’in vatanlarını kendi mücadeleleriyle kazanmaları gerektiği düşüncesinin olgunlaşması bu yıllara rastlar. 1952-1957 yılları arasında sürdürdüğü Filistinli Öğrenciler Birliği başkanlığı ile bu dönemde kısa bir süre de olsa çıkarılmasında rol aldığı Ṣavṭu Filesṭîn gazetesi bu noktaya işaret sayılmalıdır. Başkanlık yaptığı ilk sene, Özgür Subaylar Hareketi'nin Kral I. Faruk'u devirmesinden sonra üniversitenin adı Kahire Üniversitesi oldu. Bu sıralarda Arafat inşaat mühendisliğinden mezun oldu ve Süveyş Krizi'nde savaşmak için Mısır Ordusu'na çağrıldı ancak bizzat savaş alanında çarpışmadı. O yılın sonunda, Prag'da bir konferansta düz beyaz bir kefiye taktı. Bu kefiye daha sonra Kuveyt'te takmaya başladığı kendisiyle özdeşleşen siyah-beyaz damalı kefiyeden farklıydı.

El-Fetih'in Yükselişi

1956 Süveyş savaşı sırasında Mısır ordusuna katılarak savaş tecrübesini ve Filistin için mücadeleye yönelik kararlılığını kazanan Arafat çok geçmeden, Mısır lideri Cemal Abdünnâsır’ın Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) üzerine başlattığı baskı hareketi sırasında bu teşkilâta üye olduğu gerekçesiyle tutuklanmaktan kurtulmak ve mücadele yolunda teşkilâtlanmak için 1957’de Mısır’dan ayrıldı; 1960’ların başlarına kadar yerleşeceği ve bir mühendislik şirketini kurarak belirli bir servet edineceği Küveyt’e gitti.

Bu yıllarda Mısır’da iken tanıştığı Halîl el-Vezîr (Ebû Cihâd) ve Salah Halef (Ebû İyâd) başta olmak üzere birkaç yakın arkadaşıyla birlikte Filistin Direniş Hareketi’nin ilk bağımsız teşkilâtını oluşturdu. Yaygın kabule göre 1958’de kurulan teşkilâtın adı el-Fetih’tir. Bu ad, tam adı Hareketü’t-tahrîr el-Filistînî olan teşkilâtın baş harflerinin oluşturduğu, Arapça’da “ölüm” anlamındaki “hatf” (حتف) kelimesinin “zafer” anlamına gelecek şekilde tersten “feth” (فتح) okunuşudur. Arafat, kuruluşundan itibaren teşkilâta üye kazandırmak amacıyla çeşitli Arap ülkeleri içerisine dağılmış durumdaki Filistinli mülteciler arasında etkin bir çaba gösterdi.

1964’te Nâsır’ın, bir kısım Arap ülkelerinin denetimini mümkün kılmak düşüncesiyle Ahmed Şükayrî başkanlığında kurulmasını sağladığı Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Arafat ve el-Fetih grubu tarafından reddedildi. el-Fetih, Arafat’ın kendi askerî faaliyetlerini başlatmak üzere 1964 Aralığında Lübnan’a geçti. Uzun tartışmalardan sonra 1 Ocak 1965’te alınan kararla İsrail’e yönelik ilk eylem denemeleri başlatıldı.

a30e5d565

Filistinlilerin Lideri ve El-Karameh Çarpışması

1968 boyunca el-Fetih örgütünün merkezinin bulunduğu, Filistin mülteci kamplarının yer aldığı el-Karameh kasabası İsrail Ordusu tarafından birçok kez hedef alındı. Şehrin Arapça adının anlamı "haysiyet"tir ve 1967 Arap yenilgisinden sonra sembolik önemini artırmaktadır. Buraya düzenlene operasyon, el-Fetih ve diğer militan örgütler tarafından işgal altında bulunan Batı Şeria'da roketli saldırılara karşı misilleme amaçlıdır. Said Aburiş'e göre Ürdün hükümeti ve birkaç el-Fetih komandosu Arafat'ı geniş çaplı bir İsrail saldırısının hazırlıklarını karşı uyarmış, George Habbaş'ın yeni kurulmuş Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ile Nayef Hayatme'nin fraksiyoner Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) örgütleri şehri terk etmiştir.

Her ne kadar el-Fetih sempatizanı Ürdünlü bir general tarafından kasabayı terkedip tepelere saklanması önerildiyse de Arafat buna karşı çıkmış, ve "Arap dünyasında çekilmeyecek ya da kaçmayacakların da olduğuna tüm Dünya'yı inandırmak istiyoruz" demiştir. Aburiş, el-Fetih'in Arafat'ın emriyle kasabada kaldığını, Ürdün Ordusu'nun eğer ağır çarpışmalar olursa devreye girme kararı verdiğini yazar.

21 Mart gecesi İsrail Ordusu ağır silahlarla, zırhlı araçlarla ve savaş uçaklarıyla el Karameh'e saldırdı. El-Fetih'in kaçmaması İsrail askerlerini şaşırttı. İsrail kuvvetleri harekâtı genişletince Ürdün Ordusu da müdahil oldu ve İsrailliler büyük bir savaş çıkmasını önlemek için geri çekilmek zorunda kaldı. Çarpışmanın sonunda yaklaşık 150 el-Fetih militanı, yirmi Ürdün askeri ve yirmi sekiz İsrail askeri ölmüştür. Arapların ölü sayısının daha çok olmasına rağmen, İsrail'in hızlı geri çekilmesi nedeniyle el-Fetih muzaffer olmuştur. Arafat savaş alanında bulunmuştur ama katılımının detayları belirli değildir. Ancak hem müttefikleri hem de İsrail haberalma örgütü çarpışma sırasında sürekli olarak adamlarını yerlerinden ayrılmama ve çarpışmaya devam etme konusunda cesaretlendirdiğini belirtmiştir.

Çarpışma Time tarafından detaylı olarak izlenmiş ve Arafat'ın portresi 13 Aralık 1963 sayısının kapağında çıkarak Dünya Arafat'ın resmiyle ilk defa tanışmıştır. Savaş sonrası ortamda bu önemli dönüm noktasında Arafat ve el-Fetih ortaya çıkmış ve İsrail'e karşı çıkmaya cesaret eden ulusal kahraman olarak görülmeye başlamıştır. Arap dünyasından gelen toplu takdirler sonucu finansal bağışlar önemli ölçüde artmış ve el-Fetih silah ve mühimmatı gelişmiştir. İçlerinde binlerce Filistinli olmayan Arabın da bulunduğu birçok gencin katılımıyla örgütün üye sayısı artmıştır.

3 Şubat 1969'da toplanan Filistin Ulusal Konseyi'nde Yahya Hammuda Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğinden çekildi. Yerine geçen Arafat, iki yıl sonra Filistin Devrimci Kuvvetlerinin başkomutanı oldu ve daha sonra 1973'te FKÖ'nün siyasal kolunun da başına geçti.

Filistin topraklarının tamamen İsrail’in işgali altına girmesiyle sonuçlanan 1967 bozgununun Arap dünyasındaki yıkıcı etkisinde Arafat ve gerillalarının yeni mücadele üssü olarak yerleştikleri Ürdün’de, İsrail sınırında karargâh edindikleri Karame’de 1968 Martında büyük bir İsrail saldırısını ağır kayıplarla da olsa durdurabilmeleri el-Fetih ve Arafat’ın Arap dünyasındaki itibarını arttırdı.

Aynı yılın temmuz ayında, sürdürdükleri boykotu sonlandırarak katıldıkları Filistin Millî Konseyi toplantısında el-Fetih temsilcileri Filistin Millî Sözleşmesi’nin daha köktenci bir şekilde değiştirilmesinde etkili oldu. Nihayet 1969 Şubat ayındaki tarihî konsey toplantısında Arafat’ın başkan seçilmesiyle Filistin Kurtuluş Örgütü, el-Fetih’in bel kemiğini oluşturduğu çeşitli direniş gruplarını bir çatı altında birleştiren, bağımsızlık mücadelesinin ana teşkilâtı haline geldi.

Bağımsız bir toprağa sahip olunmadığından İsrail’e karşı silâhlı bir direnişin Filistinli mültecilerin dağıldığı çevre olan Arap ülkelerinin topraklarından hareketle yapılabilmesi, başından beri Arafat’ın silâh ve para yardımıyla birlikte siyasî destek bakımından Arap ülkelerine bağımlı olması hareketin en hassas noktasını oluşturmaktaydı. Bu sebeple Arafat desteğini aldığı Arap ülkelerinin iç işlerine karışmama ilkesini benimsemişti. Ancak zaman zaman bu ilkeden sapılabildiği, dolayısıyla hem Arap ülkeleriyle ilişkilerin ve sağlanagelen desteğin zora girdiği hem de bu arada çıkan çatışmalarda gerek Filistinli gerekse diğer Araplar’ın kayıplara uğradıkları bir gerçekti.

Bu konudaki en somut örnek, İsrail’e yönelik eylemlerini sürdüren direnişçilerin yoğun olarak bulunduğu Ürdün’de Arafat’ın Kral Hüseyin rejimini devirerek yerine Filistinliler’in ağırlıkta bulunacağı bir düzeni getirmeyi hedef alan iç savaşın çıkışında rol oynaması, buna bağlı olarak 1970-1971’de aralıklarla süren ve iki taraftan önemli sayıda insanın ölümüyle neticelenen savaş sonunda Arafat ve Filistinli eylemcilerin Ürdün topraklarından çıkarılmaları ve direniş hareketinin yeni üssü haline getirecekleri Lübnan’a yerleşmeleridir.

1973 savaşının ardından girişilen çözüm çabalarının tıkandığı süreçte, 1974 Ekiminde Rabat’ta toplanan Arap Zirvesi’nde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin halkının tek meşrû temsilcisi olarak tanınması Arafat için büyük başarı oldu. Arafat resmen çağrıldığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 13 Kasım 1974’te yaptığı, belinde silâhı ve elinde zeytin dalı ile simgeleşmiş tarihî konuşmasıyla dünya kamuoyunca tanınmış oldu.

yaser-arafat_1013

Lübnan

Aynı kurulun 22 Kasım tarihli kararı ile Filistin Kurtuluş Örgütü, Birleşmiş Milletler’de gözlemci kuruluş statüsü kazandı. Arafat’ın bu yükselişini çok geçmeden sonucu itibariyle Ürdün’de yaşanılana benzer inişle sonuçlanan 1975-1976 Lübnan iç savaşı izledi. Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü, bu defa âdeta devlet içinde devlet haline gelmiş eylemci varlıklarıyla sarsmış oldukları Lübnan’ın hassas siyasî dengesinde kendilerini iktidar kavgalarının içinde buldu.

Özellikle Lübnanlı hıristiyanlar ve zaman zaman Suriyeli askerlerle giriştikleri çatışmalarda önemli sayıda kayıp verdiler. Savaş bittiğinde bir süre daha Lübnan’daki üslerini koruyabildilerse de 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali sonucunda önce Beyrut’u, 1983 sonlarında da bir süre daha kalabildikleri Trablus’u nihaî olarak terketmek zorunda kaldılar ve İsrail’e karşı sürdüregeldikleri mücadelenin hayli uzağına, Tunus’a yerleştiler.

Birinci İntifada

Arafat 1980'lerde Libya, Irak ve Suudi Arabistan'dan aldığı parasal destekle oldukça yıpranmış olan FKÖ'nü tekrar yapılandırdı. Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde İsrail işgaline karşı Filistin gençliğinin başkaldırısyla Aralık 1987'de başlayan Birinci İntifada sırasında bu yeniden yapılandırma çok yararlı oldu. İntifada kelimesi Arapça'da "başından savma" anlamına gelir ama genel olarak bir başkaldırıyı, isyanı tanımlamak için kullanılır.

İntifada'nın ilk aşaması Erez kontrol noktasında yaşanan bir olaya karşı cevap olarak başladı. Burada bir İsrail askerî aracı bir grup Filistinli sivile çarparak dördünü öldürmüştü. Ancak birkaç hafta içinde Arafat, 1992-93'e kadar sürecek olan bu başkaldırıyı yönlendirmeye çalışıyordu. 16 Nisan 1988'de İntifada tüm hızıyla sürerken Ebu Cihad Tunus'taki eveinde bir İsrail vurucu timi tarafından öldürüldü. Arafat, yerel Filistin liderliğinde bir denge unsuru olarak gördüğü Ebu Cihad için Şam'da bir cenaze merasimi düzenledi.

İntifada sırasında Filistinlilerin kullandığı en yaygın taktik, daha sonra ayaklanmanın sembolü hâline dönüşen, İsrail Ordusu tanklarına taş atılmasıydı. Bazı Batı Şeria şehirlerinde yerel liderler, vergi boykotu ve diğer boykotlar gibi pasif protesto eylemlerine başladı. İsrail buna ev baskınlarıyla yüksek miktarda paraya el koyarak karşılık verdi. İntifada sona ererken yeni silahlı Filistinli örgütler, özellikle Hamas ve Filistin İslami Cihad Örgütü, intihar bombalama eylemleriyle İsrailli sivilleri hedef almaya başladılar ve Filistinliler arasında iç çekişme de giderek arttı.

1987 sonunda İsrail işgali altındaki topraklarda yaşayan Filistin halkının Tunus’ta etkisiz durumda bulunan Arafat’tan bağımsız olarak başlattığı, birkaç ay sonra Halîl el-Vezîr’in Tunus’tan gizlice gelip etkin bir çalışmayla Filistin Kurtuluş Örgütü ile bağdaştırdığı intifâda (انتفاضة) (direniş) Arafat’ı yeniden öne çıkardı. İntifâda 15 Kasım 1988’de Cezayir’deki Millî Konsey toplantısında sürgünde bir Filistin devletinin ilânına ve bunun çok sayıda ülke tarafından tanınmasına giden yolu açtı.

Bu toplantı aynı zamanda Filistin Millî Sözleşmesi’yle ilgili olarak kabul edilen önemli değişiklikler çerçevesinde, o günlere kadar sürdürülen İsrail’in varlığını tamamen reddeden yaklaşımın sona ermesi ve 1990’lar boyunca temel alınacak olan iki devletli çözümün kabulüne dair değişimin işareti oldu. Arafat, 13 Aralık 1988’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bir defa daha dünyaya seslenirken Filistin Kurtuluş Örgütü adına terörü reddetmenin yanında İsrail’in varlığını da tanıdıklarını ifade etti. Ancak bu defa Irak’ın 1990’da Küveyt’i işgali sırasında Arafat’ın gerek el-Fetih gerekse Filistin Kurtuluş Örgütü içinden ciddi sayıda temsilcinin muhalefetine rağmen Saddam Hüseyin’e destek vermesi son yıllarda kazandığı bölgesel ve uluslararası itibarının kaybına yol açtı. Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri öne çıkarak 1991 Ekiminde Madrid Konferansı sürecini başlattı.

İki yıla yakın devam eden ve sonuçsuz kalan bu sürecin ardından Filistinliler, Amerika Birleşik Devletleri ve dünya ile dolaylı da olsa tekrar bağ kurabilme ve Ürdün delegasyonu içinde de olsa resmen temsil imkânı bulmuş oldular. 1993 yılında Arafat’ın Filistin Kurtuluş Örgütü ileri gelenlerinden dahi gizleyerek sürdürdüğü görüşmeler Oslo barış sürecini getirdi. 9 Eylül’de Arafat ve dönemin İsrail başbakanı Rabin tarafından karşılıklı tanıma mektuplarının verilişi ve ardından 13 Eylül’de Washington’daki tarihî törenle, kademe kademe iki devletli çözüme gidecek çerçeveyi belirleyen İlkeler Bildirgesi’nin imzalanışı dünyaya duyuruldu.

Abrams-Arafat-20130103

Tunus

1990’ların ilk yarısında Arafat’ın hayatında ilgi çekici bir dizi olay gerçekleşti. 1992’de Arafat’ın içinde bulunduğu özel uçak Sudan-Tunus güzergâhında Libya çöllerinde düştü. Arafat, yolculardan bir kısmının öldüğü bu kazadan, beyninde oluşan pıhtı dolayısıyla ameliyat geçirecek kadar yaralanmış olsa da sağ çıktı. Bazı arkadaşlarının naklettiğine göre kazada hayatta kalması Arafat’ın ilâhî bir surette korunduğu inancını doğurmuştur.

Bu kurtuluş, Arafat’ın siyasî mücadelesi boyunca uğradığı suikast girişimlerinden mûcizevî bir şekilde kurtulmuş olduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde kendisine neden “kefiyeli feniks (anka kuşu)” veya “dokuz canlı adam” denildiğine anlam kazandırmaktadır.

Özel Yaşamı

Diğer bir ilgi çekici olay ise ertesi yıl altmış üç yıllık bekârlıktan sonra şaşırtıcı şekilde, hıristiyan bir Filistinli olan özel sekreteri Süha Tavil’le gizlice yaptığı evlilikti. Arkasından Arafat, Gazze ve Erîhâ’nın Filistinliler’e bırakılmasını öngören 1994 Mayıs tarihli Kahire Anlaşması’nı takiben geçici yönetimi oluşturmak üzere 1 Temmuz 1994’te sürgünden Gazze topraklarına geri döndü.

Bir zamanlar dünya kamuoyunda terörist olarak algılanan Arafat’ın aynı yıl Rabin’le birlikte Nobel Barış ödülünü paylaşması dikkat çekici bir gelişme oldu. 1995’in Ağustosunda annesinin adını vereceği bir kızı dünyaya geldi. Nihayet siyasî hayatında önemli bir dönüm noktası olarak, Gazze ve Erîhâ’dan sonra Batı Şeria’daki diğer bazı şehirlerin Filistinliler’e devrini ve Filistin Millî Otoritesi’nin kurumlaşması için seçimlerin yapılmasını öngören 1994 Eylül tarihli Taba Antlaşması imzalandı. Ardından 20 Ocak 1996’da yapılan seçimler sonunda % 80’i aşan oy oranıyla Filistin Millî Otoritesi’nin ve aynı seçimlerle kurulan Filistin Yasama Konseyi’nin başkanı oldu. Arafat ölümüne kadar kalacağı bu makam için karargâh olarak seçtiği Ramallah’a yerleşti.

Hastalığı ve Ölümü

1996 Mayısından itibaren bilhassa Oslo sürecine muhalefetiyle bilinen Netanyahu’nun İsrail’de iktidara gelişiyle birlikte, esasen baştan beri eşit olmayan şartlarda ve Filistinliler aleyhine gecikmelerle yol almakta olan süreç Arafat’ın konumunu da etkileyecek derecede kötüleşmeye başladı. İsrail’de 1999 seçimlerinde Ehud Barak’ın başbakanlığı ile kısmî bir değişim ve ilerleme sağlanır gibi oldu.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton’ın ısrarlı çabalarıyla 2000 Temmuzunda girişilen Camp David görüşmelerinin tıkanması, ardından o sırada muhalefette olan Ariel Şaron’un kışkırtıcı Harem-i şerif ziyaretinin tetiklediği ikinci intifâdanın (el-Aksâ) eylül ayından itibaren patlak vermesi ve nihayet yine Şaron’un 2001 Şubatında İsrail’de iktidara gelmesi, gerek barış süreci gerekse Arafat’ın siyasî hayatı ve konumu bakımından sonun başlangıcı oldu.

Şaron o sıralarda, Camp David’de barışa karşı tavır aldığı ve intifâda ile birlikte barış sürecini daha da tıkadığı suçlamasıyla Amerika Birleşik Devletleri ve Batılılar’ın gözünde Arafat’ın uğradığı itibar kaybı ve yine ona yönelik kısmen kendisinin yol açtığı, kısmen de engelleyemediği, Filistin yönetim çevrelerinde inkâr edilemez şekilde gözlenmekte olan bürokratik yozlaşma, kayırıcılık ve suistimallere bağlı olarak Filistin halkının çeşitli kesimlerinde ortaya çıkan destek kaybını da iyi değerlendirerek barış sürecini baltalama ve Arafat’ı devreden çıkarma hamlelerine girişti. Bunun sonucunda İsrail ordusunun 2001 Aralık ayında başlatıp 2004 Ekimine kadar sürdürdüğü Batı Şeria işgali sürecinde Arafat, Ramallah’taki -Mukātaa diye bilinen- başkanlık binasında kuşatılarak fiilen etkisiz hale getirildi.

Bu sırada hastalanıp sağlık durumu iyice ağırlaştıktan sonra tedavi için Paris’e gitmesine izin verildi. Filistin denildiğinde herkesin aklına ilk gelen tarihsel simge olan Arafat 11 Kasım 2004’te tedavi altında bulunduğu askerî hastahanede vefat etti. Ancak yaşamını sona erdiren hastalığın niteliği dünyaya bildirilmedi. Ertesi gün Ramallah’taki karargâhı içerisinde defnedildi. Son günlerinde yakınında bulunan bazı Filistinliler, onu kısa sürede ölüme götüren hastalığa gıdasına zehir katan İsrailliler’in yol açtığına inanmaktadır.

Ölümünden Sonra

Cenaze töreni

11 Kasım'da, Paris yakınlarına bir askerî havaalanında Fransız Ordusu Onur Kıtası Arafat için bir cenaze merasimi yaptı. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac "cesaret adamı" olarak tanımladığı bir lidere saygısını göstermek için Arafat'ın cenazesi başında on dakika tek başına saygı duruşunda bulundu. Arafat'ın cenazesi ertesi gün Ramallah'ta gömülmeden önce, kısa bir askerî cenaze töreni için Mısır'ın başkenti Kahire'ye getirildi. Cenaze törenine birçok devlet başkanı, başbakan, ve dışişleri bakanı katıldı. Cenaze namazını Mısırlı el Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi kıldırdı.

İsrail güvenlik sorunlarını öne sürerek Arafat'ın El-Aksa Camii yakınına ya da Kudüs'te herhangi bir yere gömülmesine karşı çıktı. Kahire'de yapılan törenden sonra Arafat Ramallah'taki karagâhına getirildi, merasim binlerce Filistinli tarafından izlendi. Şeyh Taissir Tamimi Arafat'ın islami kurallara uygun olmayacak şekilde tabutuyla gömüldüğünü fark ettikten sonra 13 Kasım sabahı tekrar gömüldü. 10 Kasım 2007'de Arafat'ın üçüncü ölüm yıldönümünden hemen önce Mahmud Abbas, Arafat'ın anısına geçici mezarının yakınında yapılan bir anıtmezarın açılışını yaptı.

Halefi

Arafat'ın ölümünden sonra Filistin Yasama Meclisi sözcüsü Revhi Fattuh Filistin Ulusal Yönetimi'nin geçici başkanlığı görevini üstlendi. FKÖ Genel Sekreteri Mahmud Abbas FKÖ'nün başına seçildi ve Faruk Kaddumi el-Fetih'in başına geçti. Filistin Ulusal Yönetimi ve Lübnan'daki mülteci kampları liderleri Arafat için kırk gün yas ilan etti. Abbas önemli bir oy farkıyla 2005 yılında yapılan başkanlık seçimlerini kazandı ve Arafat'ın halefi olarak Filistinlilerin lideri konumunu sağlamlaştırdı.

ARAFAT048_xgaplus

Kaynak: Wikipedia, TDV