
Avrupa'nın ortasında Müslüman bir siyaset adamı. İslam bilincinin uyandırılması ve Müslüman Boşnakların ülkedeki diğer halklarla eşit sayılması için gençlik yıllarından itibaren mücadele etmiş bir özgürlük savaşçısı. Yazdığı eserleriyle ümmeti bilinçlendirmeyi amaçlayan bir düşünür.
Hayatı boyunca ülkesindeki Müslüman Boşnakların dini ve milli bilincini uyandırmak için mücadele veren İzetbegoviç, Mustafa ve Hiba çiftinin 5 çocuğundan biri olarak 8 Ağustos 1925’te Bosna Hersek‘in Bosanski Samac şehrinde doğdu. Lise çağında üstün kabiliyetleriyle ve İslamî konulara ilgisiyle öne çıktı. O dönemde bazı arkadaşlarıyla birlikte dinî konuları tartışmak amacıyla Müslüman Gençler Kulübü adını verdikleri bir kulüp kurdu. Bu kulüp bir düşünce kulübü olmaktan çıkarak aktivite kulübüne dönüştü. Dolayısıyla birtakım eğitim ve hayır faaliyetlerine öncülük etmeye başladı. Ayrıca genç kızlar için de ayrı bir birim oluşturdu. II. Dünya Savaşı esnasında da ihtiyaç sahiplerine yardım etti.

Aliya'nın yetiştiği şartları Akif Emre şöyle anlatıyor:
"Zaten büyük insanlar biraz da büyük hayalleriyle var olurlar"
❝1925’te doğuyor, kesin olarak Osmanlı o toprakları terk etmiş, işte 1878’den sonra fiili olarak Avusturya Macar İmparatorluğu’nun işgali altında, 1908’den itibaren de resmi olarak Osmanlı tamamen çekilmiş. 1918 Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da bir Sırp Krallığı’nın parçası hâline gelmiş.
Bu arada Müslümanların büyük, esas elit kısmı göçmüş, geriye kalan parçalanmış, sahipsiz, örgütsüz bir toplum var. Fakat bir yanda varlık mücadelesi veren, bir yanda umut ve umutsuzluk arasında gidip gelen bir toplum var. Böylesine bir kaotik ortamda dünyaya geliyor ve kişiliği, belleği böylesi bir ortamda oluşuyor. Neydi bu ortam?
İslâm âleminin geneldeki durumuyla Bosna’daki Müslümanların veya tüm Yugoslavya’daki Müslümanların içinde bulunduğu kaotik durum birbirinden pek farklı değildi. Soğuk Savaş dönemi başlamamış, henüz sömürgecilik dönemi bitmemiş, dünyada bir elin parmağı kadar belki bağımsızlığını kazanabilmiş Müslüman ülke var.
Geri kalan tamamen İslâm coğrafyası işgal altında, yarı sömürge durumunda, böyle bir ortamda Saraybosna’da bir grup genç bir araya geliyor, orada birtakım siyasi, entelektüel faaliyetlerde bulunuyor. Aliya’nın kendisi de söylemişti benim yaptığım görüşmelerde, aynı dönemi yaşayan işte 40’lı yıllarda Genç Müslümanlar Teşkilatına dâhil olan, beraber hapis yattığı arkadaşlarından da duymuştum, onların söylediği şuydu:
“Çok ilginç, belki es geçilecek bir şey, ama nehrin kenarına oturur, İslâm medeniyetinin yeniden nasıl diriltileceğini, Müslümanların mevcut durumu, tekrar nasıl dirilebilir, Müslümanlar için neler yapılabilir, saatlerce bunları konuşurduk” diyor.
Şimdi düşünebiliyor musunuz bu kadar umutsuz bir ortamda insanlar hayal kuruyor. Zaten büyük insanlar biraz da büyük hayalleriyle var olurlar. Önce hayaller kurulur, sonra onlar hayata geçirilir. Hayali kurulmadan hiçbir şey olmaz.❞

Aliya İzetbegoviç yaşadığı hayat boyunca her vaktini davasına adamış, bu davada kurduğu hayalleri gerçekleştirmek için elinden geleni yapmıştı.
❝Aliya bütün hayatı boyunca
umudu ve iyimserliği hiçbir zaman elinden bırakmadı. Eğer bu büyük düşünceleri, bu büyük hayalleri olmasaydı bugün küçük
bir Bosna gerçeği, özgür bir Bosna gerçekleşmeyecekti.❞
Devlet Adamı ve Özgürlük Savaşçısı Aliya ile Özgür Bosna'ya Giden Adımlar
- 1946: Sırp örgütlerin Bosna'nın Almanlar tarafından işgalinden faydalanarak 100 bin Boşnağı katlettiği 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştu. Ülkenin yönetimini Komünistler devraldı.
- 1949: Aliya, komünist rejimin din karşıtlığının sonucunda İslamcılık suçlamasıyla 5 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
- 1980: Tito öldükten sonra federasyonu kimin yöneteceğine dair anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Bu anlaşmazlık hali altı federal eyaletten sırayla bir kişinin cumhurbaşkanlığı yapması anlaşmasıyla kısa bir süreliğine çözüldü. Bu geçici demokratikleşme sürecinde ise hürriyetlerde de bir genişleme yaşandı.
- 1983: İzetbegoviç'in oğlu bu hür ortamdan yararlanarak babasının makalelerini derleyerek bir kitap haline getirdi. "İslami Manifesto" adlı bu kitap İzetbegoviç'in 14 yıl hapis cezası almasına sebep oldu. Bu hapis cezası ise söz konusu kitabı okuyanların daha çok etkilenmesini sağladı.
- 1988: Aliya, 1988'de çıkarılan bir afla serbest bırakıldı. Hapisten çıktığında komünist rejimler çöküş dönemini yaşıyordu. Aliya İzetbegoviç Demokratik Eylem Partisini kurarak siyasi bir adım attı.
- 1990: Yapılan genel seçimlerde halk doğru bir karar vererek Aliya'yı cumhurbaşkanı olarak seçti.
- 1992: Bosnalı Hırvat ve Müslümanlar bir referandum düzenleyerek Yugoslavya'dan ayrıldılar. Böylece bağımsız bir Bosna Hersek Devleti kuruldu. Fakat Sırplar Bosna Hersek içerisinde kendi parlamentolarını kurarak yaşanacak olan büyük savaşın temelini attılar. Savaş dense de bu bir soykırımdı ve soykırım Sırpların savaşma yöntemiydi.
- Bosna'yı ele geçirmek isteyen Sırp ve Hırvatların bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, Sırpların kontrolündeki Yugoslav ordusunun ve istihbarat birimlerinin silahlandırdığı Bosnalı Sırplar, Müslüman Boşnaklara yönelik etnik temizlik başlattı. Boşnaklar ise liderleri Aliya İzzetbegoviç önderliğinde kuzeyde ve doğuda Sırplara, güneyde ve batıda da Hırvatlara karşı ülkenin bütünlüğünü korumak için savaştı.
- 1993: 1992 Bosna Savaşı'ndan ülkenin ekonomik olarak önemli bir kaynağı olan Srebrenitsa Avrupa Birliği tarafından güvenli bölge ilan edildi. Srebrenitsa Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri için de önemli bir bölge olma özelliği taşıyordu.
- 1994: Bosna-Hersek'teki iç savaşın aldığı can sayısı 250.000'i, göçe zorladığı insan sayısı ise 1 milyonu aşmıştı. Bosna-Hersek Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç çok büyük askerî güce ve imkâna sahip olan Sırplarla, her türlü askeri imkândan yoksun ve hiçbir dış desteğe sahip olmayan Bosna-Hersek halkını karşı karşıya getirmemek için önce oldukça temkinli bir politika izledi.
- 1995: Sırp güçleri Srebrenitsa'daki Hollandalı Birleşmiş Milletler güçleriyle anlaşarak şehri hedef aldı. Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar 10 bin kişiyi esir alarak 5 gün süren bir katliamla 8.300 kişiyi öldürdüler. Öldürülen bu 8.300 kişinin cesetleri parçalanıp iskeletleri çıkarttırıldı ve bu cesetler krematoryumda yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı'na gömüldüler.
- Bu olaydan utanması gereken Hollandalı birlikler, memleketlerine döndüklerinde Hollanda hükûmeti tarafından "madalya" ile ödüllendirilmişlerdir.
![]()
Kelimelerin tasvir etmekte kifayetsiz kaldığı o acı günü Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç Türk kardeşlerine yazdığı mektupta şöyle anlatacaktı:
“Her şey bittiğinde hatırlayacağımız; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır!”
Aliya İzetbegoviç
- Aliya İzetbegoviç'in ülkesine, halkına ve davasına diğer Müslüman halklar da sahip çıktı. Fakat çoğu ülke yaşanan katliama sessiz kaldı. Katliamın son raddesine vardığı sırada da Sırpların isteklerini kabul etmeleri için Müslümanlara baskı yaptılar. İşte bu siyasi baskılar ve eşit olmayan savaş şartları karşısında İzzetbegović, önüne konulan anlaşmayı kabul etmiştir. Çünkü savaşın devam etmesi Bosna Müslümanlarının tam bir soykırımla karşı karşıya gelmeleri gibi sonucun doğmasına sebep olabileceğini düşünüyordu.
- Neticede 1995'te ABD tarafından dayatılan Dayton Anlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi. Anlaşma Bosna-Hersek topraklarının %51'ini Müslümanlara ve Hristiyan Hırvatlara, %49'unu da Bosna-Hersek Sırplarına (veya bu ülkeye yerleşmiş Sırplara) veriyordu. Yönetimin de bu üç halk arasında paylaşılmasını şart koşuyordu. Anlaşmayla Amerika Birleşik Devletleri, aynı zamanda Müslümanlara ellerindeki silahları imha etmelerini ve ABD patentli silahları, yedek parçasız bir şekilde satın almalarını şart koştu.
“Biz başımıza gelenlerin Allah’a karşı işlediğimiz suçlardan dolayı olduğunu biliyoruz. Boşnaklar olarak bunun bilincindeyiz. Çok günah işledik.”
Derdi de dermanı da verenin Allah olduğunun bilincinde olan Aliya halkının başına gelenlere karşı da büyük bir tevazu göstererek “Biz başımıza gelenlerin Allah’a karşı işlediğimiz suçlardan dolayı olduğunu biliyoruz. Boşnaklar olarak bunun bilincindeyiz. Çok günah işledik.” diyor. Fakat Sırpların Boşnaklardan 600 yıllık bir intikamı aldıklarının da farkında. Bunu şu sözlerle açıklıyor:
❝Türk’ün Evladı, Biz Boşnak’ız ama Türk’üz de. Sen de kalbimde taşıdığım acıyı taşıdığın kadar Boşnak’sın.
Utanacak tarihimiz, saklayacak hafızamız yok. Sırp’a karşı sorumlu olduğumuz için değil, yasayla zorunlu kılındığı için değil, kimimiz dinimiz, kimimiz milletimiz, kimimiz Kitabımız, kimimiz ahlakımız sebebiyle vicdan sahibi olduk.
Birileri öyle istediği için değil, vicdan bunu tarif ettiği için hiçbir milletin diline, dinine, mezhebine karışmadık.❞

Bilge Kral Olarak Aliya
Aliya İzetbegoviç bir siyasinin olması gerektiği şekilde çok zengin bir entelektüel birikime sahip. Ülkesini özgürlüğe kavuşturan bir yönetici olmasının yanı sıra bir düşünür. Onu yakından tanıyan Emre şöyle anlatıyor:
Aliya her şeyden önce bir düşünür, bir siyaset adamı ve bir özgürlük savaşçısı. Fakat bunlar hayatının içerisinde birbirinden kopuk bölümler değil. Belki özelliklerinden biri belli bir dönemde çok öne çıkıyor olabilir, fakat bütün hayatı boyunca bu üç özelliğin de, üç vasfın da çok ilginç biçimde birbiriyle at başı gittiğini kendi içinde birbiriyle yarıştığını görüyoruz.
Bildiğimiz anlamda bir ihtiraslı, güce tapan, güç tutkunu bir siyasetçi değil. Genellikle siyasetçiler böyle bilinir, fakat burada çok değişik bir siyasetçi tipi var karşımızda; fiili olarak 1990’lara doğru aktif siyasete geçtiğini biliyoruz, fakat hayatının tümünde bence siyasi eylemlilik içerisindeydi.
Saraybosna’da oturan kendi hâlinde bir avukat görünümünde, fakat o zaman da çok siyasiydi. Nedir? Bir kere sistemle olan ilişkisinde çok siyasi bir tercihi vardı, ideolojik bir tercihi vardı. Sistemle hiçbir şekilde bu kadar siyasi bir kişiliği olduğu hâlde muhalif kişiliğiyle sistemle ilişkiye geçmedi.
Eğer sistemle, o tür kirlenmiş sistemle öylesi bir ilişkiye geçmiş olsaydı, muhtemelen o komünist sistemin çöktüğü dönemde kirlenmemiş bir kahraman olarak insanlar kendisine güvenmeyecekti.
Kendi hâlinde herkesin tanımadığı, ama çok dar halkasıyla sürekli oturan, okumalar yapan bir insan.

Bilge Kral ideolojisi için sadece silahla değil aynı zamanda kalemiyle de savaştı. Ardında ümmet için birçok eser bıraktı:
- İslam Manifestosu
- İslam Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları
- Doğu ve Batı Arasında İslam
- Tarihe Tanıklığım - anı kitabı
- Özgürlüğe Kaçışım: Zindandan Notlar
- Konuşmalar
- Köle Olmayacağız
Aliya, Konuşmalar adlı eserinde Bosna Savaşı sırasında Avrupalıların Saraybosna’ya ilgisiz kalışlarını anlatır uzun uzun. Savaşı engellemek için insanlığa örnek olacak bir duruş sergileyen İzzetbegoviç, savaş sırasında vuku bulan elim cinayet ve soykırım vakalarından örneklerle, Batı medeniyeti gerçeğini bütün çıplaklığıyla serer önümüze.
“Kültür ve insanlık onların yanında değil, bizim yanımızda yerini aldı. Neredeyse bütün savaş teamülleri onlar tarafından ihlal edildi, bizim tarafımızdan değil. Bu, Avrupa için bir başka sürprizdi. Eğer birileri kutsal şeyleri, köprüleri, kültürel anıtları tahrip ediyor, kadınları ve çocukları öldürüyorsa, Avrupa bunu yapanların ancak Bosnalılar olabileceğini düşünürdü. Neden?
Çünkü kitaplarda böyle yazıyor, hayalî tasvirler yüzyıllardır yapılageliyordu. Onların gözünde biz Doğulu atalarımızla birlikte Asyalı bir tür olarak, yarı-vahşi insanlarız. Pekâlâ, öyle olsak bile ne değişir? Avrupa’nın medeni bir biçimde davranmalarını beklediği Avrupa kökenli halklar savunmasız insanları öldürdüler, camileri ve köprüleri tahrip ettiler. Biz bunu yapmadık. Bu nedenle, yurtdışına gittiğimde büyük bir gurur duyuyorum. Öncelikle olağanüstü bir cesaret ve direniş örneği gösteren, ikinci olarak da sıkıntılarımızın dehşetiyle yüzleştiğinde bile onuruna gölge düşürmeyen bir halka mensup olduğum için gururlanıyorum.”

Avrupa Bosnalıların tam olarak ne istediğini hiçbir zaman anlayamamış, Bosna’nın çokkültürlü bir toplum olarak korunması idealinden çok, millî bir Sırp devleti arzusunu benimsemiştir. Irkçılığın çokkültürlü bir toplumun ayakta kalmasını engelleyen en büyük tehdit olduğunu ileri süren İzzetbegoviç, hoşgörü kültürünün ırkçılık karşısındaki en yıldırıcı model olacağını savunur:
“Bosna Hersek’i kendi güçlü politik modeliyle yeniden bir araya getirebilecek bir sistem kurmak, ırkçılığı hem sağda, hem solda yok etmek… Böyle bir sistem, karanlığı def edebilir. (…) Şiddet ve suç üzerine kurulan ırkçılıkların geleceği yoktur. Tarih böylesi rejimlerin hayatta kalamadığını kanıtlamıştır. (…) Eski Yugoslavya Ordusu, 40 yıl boyunca paranoyak bir tutkuyla silah depoladı. Her yıl çok büyük miktarlarda para harcadılar. Son iki yıl içinde, topladıkları her bir demir parçası, bu talihsiz ülkenin tepesine indi. Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil.
Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil. Böylesine bütünüyle ahlaki olan bir kavramı, yani insan olmak ve insan kalmak kavramını politik dile çevirdiğimizde bu ne anlama gelir? Politik dilde bu, hukuka uygun bir devlet kurmaya çalışacağız, demektir. Bu aynı zamanda uygulamada şu anlama gelir: Bu devlette hiç kimse dininden, ulusal ya da politik inancından dolayı zulme uğramayacak. Bu bizim en temel yasamız. İmtihanda bu nedenle başarılı olduk. Yasal otoritenin ve Bosna Hersek Ordusunun kontrolünde olan yerlerde hâlâ katedrallerden ve kiliselerden yükselen çan seslerini duyabilirsiniz. Orada hâlâ Hırvatlar ve Sırplar var. (…) Bizler barbar olmadık” (Konuşmalar, 2015).

Bosna Hersek halkına uluslararası arenada tanınan, bağımsız ve egemen bir devlet bırakan Aliya İzetbegoviç, 19 Ekim 2003'te başkent Saraybosna'da hayatını kaybetti. Sağlığı bozulduktan sonra kendisiyle yapılan son röportajda da hala davasına sımsıkı bağlı olduğu belli oluyordu.
Kaynaklar: Fikriyat Dergisi, Derin Tarih, Wikipedia, IT, EN, Umran Dergisi, AA,