İsrail’in Gazze'ye saldırılarında neredeyse 200 gün geride kaldı. Ateşkes görüşmeleri halen somut bir sonuç üretmediği gibi bu görüşmeler kısa süre içinde bir sonuç üretecek gibi de görünmüyor. Diğer yandan İsrail’in Hamas’ın son kalesi olarak tanımladığı Refah'a saldırı düzenlemekten vazgeçmediği anlaşılıyor. Her ne kadar şehre yönelik kara harekatı henüz başlamasa da son günlerde Refah’a düzenlenen hava saldırıları çok sayıda Filistinlinin hayatını kaybetmesine yol açtı.

Türkiye, Mısır ve Katar arasında artan diplomasi trafiği

Uluslararası kamuoyunun artan baskısına rağmen savaşın sonunun hala uzak göründüğü bu süreçte Türkiye’nin diplomatik girişimleri hızlandı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Doha ziyareti ve Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükri’yi İstanbul’da kabulüyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hamas Siyasi Büro lideri İsmail Heniyye’nin Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde bir araya gelmesi bu doğrultudaki en önemli adımlardan oldu. Her ne kadar söz konusu görüşmelerin her birinin diğerlerinden farklılaşan müstakil gündemleri olsa da bir yanıyla bu görüşme ve ziyaretlerin tek bir bütünün parçaları niteliğini taşıdığı söylenebilir.

Bilindiği gibi 7 Ekim’den beri devam eden süreçteki tüm ateşkes girişimlerinde Mısır ve Katar arabulucu konumunda yer aldı. Arap dünyasının merkez aktörlerinden olan Mısır, daha önceki 2008-2009, 2012 ve 2014 savaşlarında da dolaylı görüşmelerin ve bunları izleyen ateşkes anlaşmalarının gerçekleştiği yer olmuştu. Katar ise bir yandan Hamas Siyasi Bürosu’na ev sahipliği yapması ve Gazze’ye büyük çaplı finansman sağlaması sebebiyle Filistin tarafının önemli bir partneriyken, diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batı ülkeleriyle siyasi ve ekonomik ilişkilerinden ötürü Filistin-İsrail çatışmasında bir diplomasi merkezi olmaya uygun kabul ediliyor.

Her iki ülkeyle de temaslarını yoğunlaştıran Türkiye’nin, arabulucu pozisyonunda Katar ve Mısır’ın yerini alması beklenmese de, bu pozisyonda iki ülkeye dahil olması ve önümüzdeki süreçte üçlü bir arabuluculuk mekanizmasının kurulması ihtimal dahilinde görünüyor.

Türkiye’nin son yıllarda bölgedeki farklı aktörlerle ilişkilerini geliştirmesi, daha önce bozulan ilişkilerini onarması, başta Rusya-Ukrayna savaşı olmak üzere çatışmalı süreçlerde diplomatik inisiyatif alması ve en önemlisi bir yandan NATO üyesi iken diğer yandan Hamas’ın güvenini kazanması arabuluculuk yapabilmesi için uygun bir zemin oluşturuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsmail Heniyye ile görüşmesinden ne çıktı?

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Heniyye'nin görüşmesini sadece olası ateşkes girişimleri çerçevesinden değerlendirmemek gerekir. Her ne kadar basına kapalı şekilde gerçekleşse de sonrasında verilen mesajlar görüşmenin içeriğine dair önemli ipuçları veriyor.

Görüşmede öne çıkan hususlardan ilki, Gazze’ye sağlanan insani yardımların devamıdır. Halihazırda Gazze’ye en fazla insani yardım ulaştıran ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin engelleme ve zorluklara rağmen bu misyonu sürdüreceğinin altı çizildi. Kamuoyu hassasiyetlerinin de etkisiyle Türkiye'nin İsrail'e karşı aldığı ticaret kısıtlaması kararının Filistin tarafınca memnuniyetle karşılandığı görüldü.

Görüşmelerde ikinci temel husus, Filistinlilerin siyasi birliğinin sağlanmasıydı. Hem Mahmud Abbas liderliğindeki resmi Filistin Yönetimi’yle hem de Hamas’la yakın ilişkileri bulunan Türkiye, 17 yıldır Filistin siyasetinde etkili olan ve Filistinlilerin aleyhinde sonuçlar üreten iç siyasi ayrışmanın sonlandırılmasını destekliyor. Savaştan önce de konuşulan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Hamas’ı ve belki İslami Cihad’ı da içine alacak şekilde yeniden yapılandırılması gündemi yeniden masada yer alıyor. Bu şekilde oluşturulacak yeni Filistin Yönetimi’nin hem Gazze Şeridi’ni hem de Batı Şeria’yı yönetmesi öngörülüyor. Bu formül, “ertesi gün” senaryoları bağlamında ele alındığında, Gazze’nin Filistinliler dışında herhangi bir tarafça yönetilmesinin reddedilmesi anlamına geldiği gibi, ABD yönetiminin partisiz yani teknokrat Filistin hükümeti formülünden de ayrışıyor.

Bununla bağlantılı üçüncü ve son husus ise 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan ve uluslararası düzeyde tanınan Filistin Devleti’nin kurulması hedefidir. 1987 sonunda başlayan Birinci İntifada’nın Filistin meselesini yeniden dünyanın gündemine taşımasına ve önce Yaser Arafat’ın Cezayir’den gerçekleştirdiği tek taraflı Filistin Devleti ilanına, sonra da 1991 Madrid ve 1993 Oslo süreçlerine giden yolu açmasına benzer şekilde Aksa Tufanı da 7 Ekim öncesinde gündemden büyük ölçüde düşen Filistin meselesini dünyanın başlıca gündemlerinden biri haline getirdi. 7 Ekim'den sonra İrlanda ve İspanya da dahil olmak üzere sayısı her geçen gün artan birçok ülke bağımsız Filistin Devleti projesini desteklemeye başladı.

Ancak Filistinli siyasi aktörlerin bir kısmının tarihsel Filistin’in çoğundan vazgeçmek anlamına gelmesi sebebiyle iki devletli çözüme sıcak bakmadığı gözden kaçırılmamalıdır. Kuruluşundan itibaren 1948 öncesinde Filistin olarak adlandırılan toprak parçasının tamamını özgürleştirme hedefiyle hareket eden Hamas, 2017 tarihli yeni politika belgesinde, hareket içindeki görüş ayrılıklarını yansıtan muğlak bir ifadeyle bir yandan bu hedefe halen bağlı kalındığını, diğer yandan öteki siyasi hareketlerle, esas olarak El Fetih’le uzlaşma zemini olarak 1967 sınırlarında bir devlet hedefine de destek verebileceğini ifade etmişti. Mevcut Hamas yönetiminin bu husustaki tavrı net olmadığı gibi, Türkiye’nin Hamas’tan iki devletli çözüme rıza göstermesini talep edip etmediğine dair somut bir bilgi de henüz kamuoyuna duyurulmadı.

​​​​​​​[Dr. Selim Sezer, İstanbul Gedik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.