Yakın tarihlerde, Ruanda'da (1994) ve Srebrenitsa'da (1995) gerçekleştiği bilinen soykırımlara bakıldığında, bugün Gazze'de 1 milyondan fazla insanın göçe zorlanması; gıda, su, enerji ve ilaca erişimlerin kesilmesi, İsrail'in Orta Doğu'da bir Yahudi devleti kurma hayaliyle Gazzelileri Sina Çölü'ne sürme planlarının varlığı ve 13 binden fazla sivilin yaşamını kaybetmesi Srebrenitsa soykırımını akıllara getirdi.

İsrail'in, abluka altındaki Gazze Şeridi'nde sivilleri hedef alan saldırıları ve İsrailli yetkililerin Gazzelilere yönelik nefret söylemleri soykırım niyetini açık şekilde gösterirken, AA muhabiri soykırım kavramının ortaya çıkışını ve arka planının hangi unsurlardan oluştuğunu derledi.

"Soykırım" kelimesinin kökeni

Yunanca'da "ırk, ulus ya da soy" anlamına gelen "genos" kelimesi ile Latince'de "öldürme" anlamına gelen "cide" son ekinin birleşmesiyle oluşan soykırım (genocide) terimi ilk kez, Polonyalı hukukçu Rafael Lempkin'in 1944 yılında yazdığı "Axis Rule in Occupied Europe" (İşgal Altındaki Avrupa'da Mihver Güçlerinin Yönetimi) adlı kitapla uluslararası hukuk literatürüne girdi.

İki dilden alınan kelimelerin birleşimi olarak ortaya çıkan "soykırım" kavramı, 1945'te başlayan, Nazi subayları ve Alman Nasyonal Sosyalist Partisi yetkililerinin yargılandığı Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi Şartında bir suç olarak tanımlanmamış olsa da savcıların iddianame ve açılış konuşmaları sırasında soykırım kavramının, insanlık aleyhine işlenen bir suç olarak dillendirildiği bilinmektedir.

Soykırım uluslararası hukukta nasıl düzenlenmiştir?

"Soykırım", uluslararası belgelere ilk defa 1948 tarihli BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesiyle girmiştir.

Soykırımın Sözleşmesi'nin 2. maddesi şu hususları içeriyor:

İsrailli yetkili: “Hamas’ın açıklamasının detaylarını bekliyoruz, inceleyeceğiz” İsrailli yetkili: “Hamas’ın açıklamasının detaylarını bekliyoruz, inceleyeceğiz”

"Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur: a) Gruba mensup olanların öldürülmesi, b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi, c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek, d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak, e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek."

Soykırım hukukunun temelini oluşturan ve 1951'de yürürlüğe giren Soykırım Sözleşmesi, taraf ülkelerin soykırım suçunu ulusal mevzuatlarında suç saymalarını ve işlenen suçlara kovuşturma yükümlülüğü getirirken, sözleşmenin kendisi doğrudan uygulanabilen bir ceza kanunu niteliği taşımıyor.

Soykırım suçunun bir ceza kanunu maddesi olarak yer aldığı Ruanda ve Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Statüleri ile Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) kurucu anlaşması olan Roma Statüsü, BM Soykırım Sözleşmesindeki tanımı aynen kullanmıştır.

Soykırımın suçu Roma Statüsü'nün 6. maddesinde şu şekilde düzenlendi:

"Soykırım; ulusal, etnik, ırki ya da dini bir grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla gerçekleştirilen aşağıdaki eylemleri kapsamaktadır:

(a) grup üyelerini öldürmek;

(b) grup üyelerine ciddi bedensel ya da ussal zarar vermek;

(c) fiziksel olarak kısmen ya da tamamen yok etmek kastıyla, grubu ağır yaşam koşullarına maruz bırakmak;

(d) grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirler koymak;

(e) grup içindeki çocukları zorla bir başka yere nakletmek.

Bu suçun tespitinde en öne çıkan unsur da failin "soykırım niyeti"nin tespitidir. Dört gruptan birini, "başkaca bir neden olmadan, sadece o gruba üye olması nedeniyle yok etme amacı" taşıyan eylemler soykırım niyetini gösterir.

"Suçların suçu" olarak da anılan soykırımın tanımı belirli bir insan grubunu hedefe alarak yok etme niyetini içerir.

Soykırım suçunun unsurları Gazze'de oluştu mu?

Gazze'deki durumu değerlendirmek için temel uluslararası sözleşmelerdeki tanımlara bakıldığında, İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin, Filistin vatandaşı olarak aynı ulustan, Arap kökenli olarak aynı etnisiteden ve Müslüman kişiler olarak aynı dinden olduğu görülmektedir. Bu nedenle aynı etnik, din ve ulusa mensup olan Filistinliler, soykırım suçunun tanımında yer alan "grup" tanımını karşılıyor.

Çatışmaların başlangıcından bu yana başka ulus, din ve etnik gruba ait kişilerin bölgelerden çıkarılmaya çalışılması da saldırıların hedefindeki grubun Filistinliler olduğunu gösteriyor.

Buna ek olarak hayatını kaybedenlerin arasında başka ulus, din, etnik gruba veya ırka ait kişilerin de bulunması, asıl mağdurların çok büyük oranda Filistinliler olması nedeniyle soykırım suçunu ortadan kaldırmıyor.

Söz konusu yasaklanmış 5 fiilden birinin işlenmesi soykırım suçunun mevcudiyetine hükmetmek için yeterli olsa da İsrail'in uygulamalarının bu suçun tanımındaki en az üç fiili karşıladığı görülüyor.

İlk olarak, Gazze'deki hükümete göre 7 Ekim'den bu yana İsrail saldırılarında Gazze Şeridi'nde 5 bin 600'ü çocuk ve 3 bin 550'si kadın olmak üzere 13 bin 300 kişi öldürüldü ve durum soykırım suçunun tanımındaki "grup üyelerini öldürmek" fiilini karşılıyor.

On binlerce yaralının da bulunduğu Gazze'deki Filistinlilerin soykırım tanımında yer alan "ciddi bedensel veya zihinsel zarar"a uğradığı da ifade ediliyor.

Üçüncü olarak elektrik, su, gıda ve diğer tüm insani ihtiyaçların kesilmesi ve 1 milyon 500 bin kişinin yerinden edilmesi de "yaşam koşullarının, grup üyelerine fiziksel zarar verilmesi amacıyla bilerek zorlaştırılması" şartıyla örtüşüyor.

Gazze'deki saldırıların ve uygulamaların, soykırım suçunun birden fazla unsurunu içerdiği görülüyor.

Gazze'de soykırım niyeti var mı?

Soykırım suçu oluşabilmesi için Gazzelilerin tamamen yok edilmesi şart değil.

Ayrıca, belirli bir ölü sayısı koşulu da bulunmayıp, suçun gerçekleşebilmesi için soykırım amacının varlığı yeterli görülebiliyor.

Soykırım kastının varlığı ise genellikle suçu işleyen grup ya da devletin yetkililerinin emirleri, açıklamaları ve saldırı anındaki hareketlerine bakılarak anlaşılıyor.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılara katılan İsrail askerlerine hitabında Tevrat'tan yaptığı alıntılarda, Yahudi geleneğinde kötülüğün zirvesini temsil eden "Amalekliler" ifadesini kullanarak Filistinlileri nefret objesi haline getirdi.

Her ne kadar İsrailli yetkililerin eleştirilerine maruz kalsa ve sonradan ifade geri çekilse de İsrailli aşırı sağcı Miras Bakanı Amihai Eliyahu'nun Gazze'ye yönelik "nükleer bomba kullanılmasının seçenek dahilinde olduğu" ve "Gazze'de (çatışmalara) müdahil olmayan sivil diye bir şey yok" şeklindeki açıklamaları, Gazzelilere yönelik soykırım kastının varlığını gösteriyor.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, ülkesinin Gazze Şeridi'ndeki Filistinli gruplarla savaşını "ölümcül" ve "durumu sonsuza kadar değiştirecek" şeklinde ifade etmesi, İsrail'in Gazze'dekilere karşı kalıcı bazı planları olduğuna işaret ediyor.

Gallant'ın Gazze'deki Filistinliler için "Hayvanlara karşı savaşıyoruz." demesi, İsrail Sağlık Bakanı Moshe Arbel'in İsrail'e saldırı düzenlerken yaralı ele geçirilen Filistinlilerin tedavisinin yapılmayacağını açıklaması, İsrail'in eski Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Dan Gillerman'ın Filistinliler için "korkunç, insanlık dışı hayvanlar" ifadesini kullanması, İsrail milletvekili Ariel Kallner'in "düşmanın sonunun getirilmesi" gerektiğini dile getirmesi ve İsrailli bir diğer milletvekili Moshe Saada'nın bu hikayenin artık sona ermesi gerektiğine işaret ederek, "Daha fazla cerrahi operasyona, insani koridorlara ve kapı tıklama operasyonlarına hayır." diye konuşması soykırım niyetini açığa vuruyor.

Bunlara ek olarak Gazzelilerin toptan cezalandırılmasına yönelik temel yaşamsal faaliyetleri engelleyecek eylemlerin varlığı, İsrail milletvekili Zvi Sukkot'un Hamas için "Nazi" benzetmesinde bulunarak, "Nazileri ve yardımcılarını öldüreceğiz. Bundan daha azıyla yetinmeyeceğiz." ifadelerini kullanması ve İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un Gazze'deki sivillerin Hamas'ın saldırılarından haberinin olduğu ve buna dahil olduğu söylemiyle sivil can kayıplarını meşrulaştırmaya çalışması yine soykırım niyetini ortaya koyuyor.

Öte yandan sosyal medyada, İsrail ordusuna gönüllü olarak katıldığı söylenen ve askeri kamuflajlar giyerek İsrailli askerlere telkinde bulunan 95 yaşındaki İsrailli Ezra Yachin'in, Filistinliler için katliam çağrısında bulunarak, "Onları bitirin ve geride kimseyi bırakmayın. Onların anısını bile yok edin. Onları, ailelerini, annelerini, çocuklarını yok edin. Bu hayvanlar artık hayatta kalamaz. Bugün bir bahanemiz yok. Buradaki Araplar da bize saldırabilir. Silahı olan her Yahudi çıkıp onları öldürmeli." şeklindeki ifadeleri de yine soykırım kastına açık delil oluşturuyor.

Son olarak, eski İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı emekli General Giora Eiland, Yediot Ahronot gazetesi için kaleme aldığı yazıda, İsrail'in Gazze'yi geçici veya kalıcı olarak yaşanmayacak hale getirmekten başka şansının olmadığını belirterek, “İsrail sadece teröre karşı değil tüm Gazze’ye karşı savaşıyor. Gazze hiçbir insanın var olamayacağı bir yere dönüşecek." ifadesini kullanması soykırım suçu kastının varlığını gösteriyor.

Srebrenitsa'da neler yaşanmıştı?

İsrail'in saldırılarının başlamasından bu yana Gazze'de hayatını kaybedenlerin sayısı 13 bini aşarak, Sırp birliklerinin Temmuz 1995'te 8 binden fazla Boşnak sivili öldürdüğü Srebrenitsa soykırımını geride bırakırken, her iki durumda da failler ölü sayılarının abartıldığı ve savaş zayiatı olduğunu iddia ediyor.

Sırplar da Srebrenitsa'daki ölü sayısının 2 bin civarında ve ölenlerin çoğunun "sivil zayiatı" olduğunu, yani sivillerin doğrudan hedef alınmadığını ve Bosnalı Müslüman askerlerle savaş sırasında hayatını kaybettiğini savunmuştu.

Benzer şekilde İsrailli yetkililer de ölü sayısının Filistinli yetkililer tarafından yüksek gösterildiğini, hayatını kaybeden Gazzelilerin doğrudan hedef alınmadığını ve Hamas ile savaş sırasındaki çatışmalarda meydana gelen "sivil zayiatı" olduğunu ileri sürüyor.

Srebrenitsa soykırımının kurbanı siviller, Birleşmiş Milletler (BM) koruması altındaki "güvenli bölge"ye sığınarak hayatta kalmayı umarken, İsrail bombardımanından kaçan çok sayıda Gazzeli de BM okulları ve mülteci kamplarına yapılan saldırılar neticesinde hayatını kaybetti.

Soykırım, İnsanlığa Karşı Suçlar ve Savaş Suçları: Farklar neler?

Roma Statüsü; soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları oluşturan eylemlerin her birini ayrı suç tipi olarak tanımlıyor. Soykırım 6. maddede, insanlığa karşı suçlar 7. maddede ve savaş suçları da 8. maddede tanımlanıyor.

Yukarıda belirtilen söz konusu eylemler, soykırım kastıyla yapılmamışsa ve "herhangi bir sivile yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası dahilinde" gerçekleştiyse bu durumda insanlığa karşı suçun işlendiği düşünülüyor.

Soykırımın aksine, insanlığa karşı suçlar hususi bir "niyet" gerektirmez. Yine soykırımdakinin aksine, insanlığa karşı suç sadece "ulusal, etnik, ırksal veya dini gruplar" üzerinde değil tüm sivillere karşı işlenen zulümleri içerir.

Roma Statüsü'nün 8. maddesinde belirtilen savaş suçları da soykırım veya insanlığa karşı suçlarla büyük ölçüde benzerlik gösterir.

Savaş suçları için de özel bir kasıt şartı aranmaz ve herhangi bir sivil gruba karşı işlenebilir.

Savaş suçundan farkı olarak soykırım, savaş ve barış zamanında işlenen zulümleri kapsıyorken, savaş suçları sadece silahlı çatışma zamanlarında işlenebiliyor.

Savaş suçunun insanlığa karşı suçtan farkı ise savaş suçu daha kısa süreli eylemleri içeriyor ve insanlığa karşı suçtaki gibi herhangi bir "sistematik" veya "yaygınlık" şartı aranmıyor.

Soykırım suçlarını hangi mahkemeler tespit etti?

Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi 2 Eylül 1998'de, Jean-Paul Akayesu'yu Taba şehrinin belediye başkanı olduğu dönemdeki soykırıma iştiraki sebebiyle mahkum etti ve bu, uluslararası bir mahkemenin soykırım suçlamasıyla verdiği ilk karar oldu.

Ruanda Mahkemesi, Akayesu kararından iki gün sonra bu kez eski Ruanda Başbakanı Jean Kambanda'yı soykırım suçundan suçlu buldu ve ömür boyu hapse mahkum etti.

Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ise 2 Ağustos 2001'de, Bosnalı Müslüman erkeklerinin Srebrenitsa'da öldürülmesinin, Bosnalı Müslüman grubunun kısmen yok edilme niyetini içerdiği ve bu nedenle soykırım olarak nitelendirilmesi gerektiği sonucuna vardı.

Mahkeme bu kararında Radislav Kristic'i soykırımdan suçlu buldu.

Yugoslavya Mahkemesi, 10 Haziran 2010'da, Bosnalı Sırp Güçleri mensupları tarafından Doğu Bosna Müslümanlarına karşı işlenen soykırımı tanıdı ve Vujadin Popovic ile Ljubisa Beara'yı soykırım dahil diğer suçlardan suçlu buldu.

Aynı kararda, Drago Nikolic de soykırıma yardım ve iştirakten hüküm giydi.

Srebrenitsa'daki soykırım, Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) tarafından da kabul edildi.

Divan, Sırbistan'ın soykırımı önlemeyip cezalandırmasının yükümlülüğünü yerine getirmeyerek Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği sonucuna varırken, bu karar tarihte bir devletin Soykırım Sözleşmesi'nden ihlal aldığı ilk karar oldu.

Soykırım suçundan kimler yargılanabilir?

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), sadece gerçek kişileri yargılama yetkisine sahip ve mevkisi ne olursa olsun UCM nezdinde herkes soykırım suçuyla yargılanabiliyor.

Bu durum, soykırım planını yapan ve uygulanmasını emreden bir devlet başkanı veya hükümet yetkilisi olabileceği gibi suçu işleyen bir komutan ya da işlenmesine göz yuman sıradan bir vatandaş da olabiliyor.

Roma Statüsü'nün 29. maddesi uyarınca soykırım suçu için zamanaşımı bulunmazken, 33. maddesi uyarınca da üst düzey yetkililerin emirlerine itaat, soykırım suçlamasına karşı yasal bir savunma nedeni olarak kabul edilmiyor.

Soykırım Suçunda Sorumluluk: Teşvik ve Yardım Edilenler de Suçlu Sayılır

UCM Roma Statüsü'nün 25. madde hükümlerine göre, soykırım suçunu işleyen veya işlemeye teşebbüs eden birine, bu suçun işlenmesini emreden, suça teşvik veya tahrik eden kişiler de soykırım suçlusu olarak kabul edilir. Ayrıca, 23. madde hükümlerine göre bir kişinin doğrudan ve alenen diğerlerini soykırım suçu işlemeye kışkırtması da soykırım suçunu oluşturur.

Soykırım suçu işleyenlere veya işlemeye teşebbüs edenlere yardım edenler de suçlu sayılır. Statünün 25. madde (3)(c) hükmü uyarınca, bir başkasının soykırım suçu işlemesine veya işlemeye teşebbüs etmesine yardım eden, cesaret veren herkes soykırım suçlusu olarak kabul edilir.

Ayrıca, 25. madde (3)(f) hükmü soykırım suçu işlemeye teşebbüs eden herkesin soykırım suçlusu sayılacağını belirtir.

Roma Statüsü'nün 25. maddesinin (3)(e) bendi, soykırım suçuna özel olarak "başkalarını soykırım işlemeye doğrudan ve alenen teşvik etmek" fiilini ceza gerektiren hal olarak düzenliyor.

İsrailli yetkililerin beyanlarına bakıldığında, İsraillilerin Filistinlilere karşı soykırıma alenen teşvik edildiği görülüyor. Bu durumda söz konusu İsrailli yetkililer, doğrudan silahla öldürme ya da bombalama faaliyetlerine kalkışmasalar bile soykırım suçundan yargılanabilir.

Buna göre İsrailli yetkililerin ve bireylerin; Gazzelilere yönelik soykırım suçuna teşebbüs, yardım ve yataklık, azmettirme gibi iştirak eylemleri ile her türlü planlama faaliyeti soykırım suçu kapsamına girebilir.

AA-20231121-32981011-32981007-GAZZEDE_YASANANLAR_SOYKIRIM_SUCUNUN_SARTLARINI_KARSILIYOR