İngiliz The Economist Dergisi, "Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin diktatörüne ve zamana karşı yarışıyor" başlıklı yeni bir yazı yayımladı. The Economist, son 1 haftada Türkiye’deki seçimlere ilişkin 20 paylaşım yaptı. Middle East Eye'ın kurucu ortağı ve genel yayın yönetmeni David Hearst, Türkiye'deki seçim süreci ve diğer ülkelerin Erdoğan karşıtlığı hakkında yazdı. 

"The Economist son baskısında , Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı seçimini bu yıl yapılacak en önemli seçim olarak gösteriyor ve sadece Türkiye'nin değil, demokrasinin geleceğinin de seçim sonucuna bağlı olacağını iddia ediyor:

"En önemlisi, Macaristan'dan Hindistan'a diktatörlüğün yükselişte olduğu bir dönemde, Erdoğan'ın barışçıl bir şekilde kovulması, her yerde demokratlara diktatörlerin yenilebileceğini gösterecek." 

Bu söylenen son derece aptalca. 

The Economist'in dikkatinden kaçmış olabilir ama kendi ifadeleriyle "diktatörün hiper başkanlık yönetimi altındaki Türkiye" hala özgür seçimlerin yapılabileceği bir ülke.

Ve bu son seçim de özgür. Üstelik Türkiye'nin seçim sistemi hala sağlam.

Seçim sandıklarında tüm partilerin görevlileri hazır olarak bulunacak. Müşahitler ve parti yetkilileri, kutuların taşınması ve son sayımın her aşamasında orada olacaklar. Her oy pusulası, her siyasi paydaş tarafından onaylanır veya itiraz edilir.

Dahası, Economist'in diktatör olarak adlandırdığı Erdoğan'ın 1994'te İstanbul belediye başkanı seçilmesinden bu yana girdiği yedinci serbest seçim olacak.

Diğer Diktatörler

The Economist, on yıldan fazla bir süredir aynı temaya altı kapak daha ayırdı. Hepsi Erdoğan'a yönelikti. The Economist'in iddia ettiği üzere eğer Erdoğan o kadar kötü bir yönetici ise ondan daha kötü olan yöneticiler hakkında bu dünyaca ünlü haber dergisi neden sessizliğini koruyor?

Mısır'ın darbeci Cumhurbaşkanı Abdül Fettah el Sisi, şu anda 6 bin 300'e yakın ismin yer aldığı sözde "terörizm listesine" 81 insan hakları savunucusu ve gazetecinin daha adını ekledi. Listede El Cezire, Al Sharq, Mekameleen, Watan, Rassd Network ve hükümeti eleştiren diğer haber sitelerinden 32 Mısırlı gazeteci yer alıyor.

Bu listeye ek olarak, Sisi'nin zindanlarında çürümeye mahkum edilmiş 60 bin siyasi mahkum bulunuyor. Fakat Batı'nın "insani değer" odaklı dış politika savunucuları bu konuda hiçbir ses çıkarmıyor.

Peki ya  bir gazeteciyi öldürüp parçalayan Suudi Arabistan'ın veliaht prensi ve başbakanı  Muhammed bin Salman? 

Peki bu konuda The Economist, reform ve modernizasyondan geçen bir krallığa ilişkin herhangi bir görüşünü paylaşıyor mu? 

The Economist, Türkiye hakkında akılcı yargıları pencereden dışarı atma konusunda kesinlikle yalnız değil.

Alman sosyal demokrat liberalizminin örneği Der Spiegel, Erdoğan'ı arkasında çatlak bir tahtta otururken, İslam'ın simgesi olan bir hilal parçalanırken resmetmişti.

70f171ee-6597-4cd7-a3d6-22b9b77f1f32_w996_r1.778_fpx49_fpy53

Der Spiegel şöyle diyordu: "Varlığının 100. yılında Türkiye Cumhuriyeti bir yol ayrımında: Erdoğan ikinci kez göreve gelirse, gözlemciler ülkeyi bir diktatörlüğe çevirebileceğinden, ömür boyu hükümdar olabileceğinden, seçimleri kaldırabileceğinden korkuyor."

Der Spiegel, teröristler ve faşistlerle ittifak kuran İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu parçalanmış bir Yahudi tahtına oturtsaydı ve arkasında Davut Yıldızı parçalansaydı, ortaya çıkacak kargaşayı hayal edebiliyor musunuz?

Le Point ciddi bir şekilde - ve herhangi bir ironi olmaksızın - Erdoğan'ı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile karşılaştırdı. Putin'in Rusya Çarlığı'nı, Erdoğan'ın ise Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden yaşatmayı hayal ettiğini ileri sürdü. Le Point'e göre her ikisi de dini araçsallaştırdı ve her ikisi de başka ülkeleri işgal etti. 

Türkiye örneğinde Le Point, Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'ı işgalinden bahsediyor. Bu, 1974'te Kemalist ve CHP'li siyasetçi Mustafa Bülent Ecevit'in iktidardayken oldu.

Bir de tabii ki Türkiye'nin Libya'nın yanı sıra Suriye'deki askeri varlığı söz konusu.

Bir şey mi unutuyorum ama Amerikan, Rus ve İran birlikleri de Suriye'de değil mi? Beşar Esed'i devirmeye yönelik girişimi tüm batılı ülkeler desteklemedi mi? Ve Türkiye, batılı koalisyonun hâlâ savaştığı IŞİD'in son liderini de öldürmedi mi?

Ve Libya'da Türkiye insansız hava araçlarıyla müdahale etmeden önce Trablus'u ele geçirme girişiminin arkasındakiler Rusya'nın Wagner paralı askerleri , BAE ve Mısır değil miydi?

Avrupa'nın psikolojisi bozuldu

Bu tür yorumlar sadece kasıtlı olarak hata ve eksikliklerle dolu değildir. Türkiye için tüm teyit işlemleri geçici olarak askıya alınmıştır. 

Aynı zamanda zihinsel olarak da dengesizdir.

Müslüman Kardeşler'den Muhammed Mursi Mısır'da iktidara geldiğinde Erdoğan'ın yaptığı ilk iş Kahire ziyareti sırasında laiklik çağrısı yapmak olmuştu. Şimdi Erdoğan İslamcı olarak adlandırılıyor.

Gerçeğe rağmen, artık her türlü şeytani güç onun omuzlarına yüklenmiş durumda. Sadece otokrat olarak etiketlendiği için değil, Müslüman olduğu için de Avrupa demokrasisini tehdit ettiği düşünülüyor.

Bu yorum, zihinsel bir çöküşün sancıları içindeki bir Avrupa zihniyetini ortaya koyuyor. Bir psikiyatr bu hezeyanı oldukça bilgilendirici bulacaktır.

Eğer gerçek dünyaya dönersek, Erdoğan özgür ve demokratik yapılan bir seçimde pekala cumhurbaşkanlığı yarışını kaybedebilir.

Bu seçim gerçekten de Türkiye'nin 20 yıldır karşı karşıya kaldığı en sıkı seçim. 

photo-output 10

Tek kişilik bir gösteri

Muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu'nun parlamenter demokrasiye ve siyasi iktidardan bağımsız daha güçlü kurumlara dönüş hikayesi çekici. Ama şimdilik, bu sadece bir hikaye. 

CHP, Avrupalı liberaller için çekici bir parti değil. Çünkü CHP'li politikacıların Suriyeli mültecilere ve genel olarak Arapça konuşanlara yönelik popülist ırkçılığı ve son depremlerin sonrasında ortaya çıkan korkunç ırkçılık dalgası Avrupalı liberaller için itici özellikler.

Kılıçdaroğlu, göreve geldikten sonraki üç ay içinde Schengen ülkelerine vizesiz seyahat sözü verdi. Ancak Erdoğan da Avrupa'ya girme taahhüdünde bulunarak siyasi sahneye çıktı ve 2016'da vizesiz seyahat konusunda bir anlaşma müzakere etmeye yaklaşmıştı.

Erdoğan, Avrupa başkentleriyle sert oynamayı acı deneyimlerden öğrendi. Konuyu inceleyen herkesin bildiği gibi Avrupa'nın önündeki engel Türkiye'de değil.

1992'de -Erdoğan iktidara gelmeden 11 yıl önce- Almanya, Türkiye'nin AB'ye katılması konusunda karışık mesajlar gönderiyordu. Almanya Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel kamuoyu önünde mevkidaşına federal cumhuriyetin Türkiye'nin girişini desteklediğine dair güvence verdi .

Ancak, Münih'teki Çağdaş Tarih Enstitüsü tarafından yayınlanan gizli belgelere göre dönemin Şansölyesi Helmut Kohl, Oslo ziyareti sırasında Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland'a özel olarak şunları söyledi: "Biz buna karşıyız."

Ve bu, liberal demokrasinin patladığı Kohl dönemindeydi. Bugün aşırı sağ; Almanya, İtalya, Fransa ve Doğu Avrupa'da yürüyüş halindeyken Türkiye'nin AB üyeliği fikrinin nasıl olacağını bir hayal edin.

Bir düşmanlık barajı

İslam nefreti ve Müslümanlara karşı korku Avrupa'da siyasi ana akıma girdi. Avrupa'da beyaz milliyetçiliğinden yararlanan kimse suçlanmaz ve siyasi kariyeri erkenden sona ermez.

Aksine.

Kılıçdaroğlu , Alman televizyonuna verdiği bir röportajda Türkiye'nin Olaf Scholz'u olarak anılmaktan onur duydu. Türkiye'nin Joe Biden'ı olarak anılmaktan da memnun olacağına dair şüphe yok. İktidara gelirse, verdiği sözlere inanan ve hızla hayal kırıklığına uğrayan Türk seçmeninin yaptığı bu karşılaştırmalara üzülmemeyi öğrenecek.

Batı'nın Erdoğan'a bu kadar düşmanca davranmasının gerçek sebebinin, onun otoriterliği ya da özgür basına baskı yapmasıyla hiçbir ilgisi olmadığını zor yoldan öğrenecek. 

Bunun nedeni, Erdoğan'ın Türkiye'yi kendi güçlü silahlı kuvvetlerine sahip bağımsız bir devlet haline getirmesidir. Böylelikle Erdoğan kendisine dikte edilen çizgiye uymak zorunda kalmamakta. Batı'da bu kadar çok düşmanı olmasının nedeni budur.

Sünni Müslüman dünyasında bir lider olarak popülaritesi, başarısız ve hasta olan Batı mutabakatı için bir tehdittir. Mursi veya Pakistanlı İmran Han gibi bağımsız liderlerin hepsi aynı kaderi paylaşıyor.

Erdoğan da şimdiye kadar bu eğilime karşı çıktı.

Putin'e çok yakın olduğu için çarmıha gerildi ve yine de Türkiye, Ukrayna ile Rusya arasında esir takasını müzakere edebilen ve   tahıl anlaşmasını sürdürebilen birkaç ülkeden biri.

Ukrayna'nın vaat ettiği karşı saldırı ve Biden'ın Kiev'e ihtiyaç duyduğu roket ve mermileri tedarik etmeye devam etme iştahı azalırsa, iki taraf arasındaki görüşmeleri ayarlama görevi yine Ankara'ya düşecek.

Bir kez daha, Türkiye'nin bu çatışmadaki tarafsızlığı Batı Avrupa için o kadar da çekici olmayacak.

Analizlerin çoğu, Erdoğan'ın kaybetme olasılığına dayanıyor. Ancak kazanabileceği birçok senaryo var. Avrupa'dan gelen düşmanlık yağmuru Türkiye'de de dikkatlerden kaçmadı. 

Erdoğan, İstanbul'un eski Atatürk Havalimanı'nda kitlesel bir miting düzenlediği ve yüz binlerce kişi ayağa kalktı. Rakamlar tartışılabilir, ancak kalabalığın büyüklüğü artık muhalefet kontrolündeki bir şehirde herkesi şaşırttı.

Demokrasi iş başında

Erdoğan kazanırsa, bunun nedeni muhafazakar seçmeni iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (Ak Parti) geri dönmeye ikna etmesi olacaktır. Muhafazakar seçmen, büyük şehirlerde yaşamadıkları için anketlerde kolayca ortaya çıkan seçmenler değiller. Ama yine de seçimlerde büyük bir güce sahipler. 

Kılıçdaroğlu'nun, Erdoğan'ın iktidara geldiği ilk dönemde yakın arkadaşı olan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eski Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ı yanına alarak muhafazakar oyları bölme stratejisi başarısız olacak. 

Avrupa, Erdoğan'ın devrilmesi için dua ediyor. Avrupa böyle yaparak sadece, ülkelerinin bağımsızlığı için birçok güçlüğe rağmen mücadele eden seçmene kendi kararlarını vermesi için en büyük nedeni vermiş oluyor.

Daily Ummah