Mevcut durumda Suudi Arabistan'ın motivasyonu nedir?

Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler, 2016 yılında Şii din adamı ve aktivist Nimr el-Nimr'in idamıyla, karşılıklı büyükelçilerin çekilmesiyle tamamen kopmuş durumdaydı. Geçtiğimiz hafta Çin'in arabuluculuğuyla Pekin'de gerçekleşen İran-Suudi uzlaşısı sadece Körfez siyaseti değil küresel siyaset açısından da önemli sonuçlar doğuracaktır.

Öncelikle Riyad yönetimi son dönemde Çin'le kurduğu yakın ilişkiler sayesinde İran'la girdiği varoluşsal rekabette büyük avantajlar elde etti. Genel olarak Çin hem İran'la hem de Suudilerle yakın işbirliği geliştirme konusunda istekli olsa da Riyad'la geliştirilen yakınlık Çin açısından daha değerli. Riyad'ı Çin açısından değerli kılan iki temel unsurdan bahsedebiliriz. Bunlar; Riyad'ın güvenilir ve istikrarlı bir enerji tedarikçisi olmasının Çin'in enerji güvenliğine katkısı ve Çin'in iddia ettiği Doğu Türkistan'daki "ayrılıkçı eğilimler" karşısında Riyad'ın sağladığı ideolojik destektir. Uzun zamandır Irak ve Umman arabuluculuğuyla sürdürülen müzakerelerin Pekin'e taşınması ve burada anlaşmayla sonuçlanması Suudiler açısından iki önemli sonuç doğuracaktır.

Geçtiğimiz yıl Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Riyad'a düzenlediği ihtişamlı ziyaret Çin-Suudi ilişkilerini güçlendirmenin yanında Suudilere Körfez'deki varoluşsal düşmanları olan İran karşısında büyük bir avantaj kazandırdı. Çünkü ekonomik olarak güçlü olsa da yetersiz askeri kabiliyeti sebebiyle Suudilerin bir büyük gücün desteği olmadan İran'la giriştikleri rekabette kazançlı çıkmaları mümkün değildir. Geçen hafta Pekin'de varılan uzlaşıyla Riyad, Çin'i Körfez bölgesindeki ihtilaflarda bir taraf haline getirerek İran karşısında sağlam bir denge kurmuş oldu.

İkinci olarak Suudi Arabistan, bölgede tırmanan gerilimlerin ve vekalet savaşlarının Pekin'de yol açtığı endişelerle Suudilerin endişelerinin örtüşmesini sağlayarak bölgede İran karşısında hissettiği güvensizliği "uluslararasılaştırmayı" başardı. Anlaşma maddeleri arasına tarafların birbirine karşı saldırgan eylemlerden vazgeçeceğinin yazılması, bölgede tırmanan gerilimden enerji güvenliği ve radikalleşme nedeniyle rahatsızlık duyan Çin açısından da önemli bir kazanımdır.

Suudi Arabistan için bu anlaşmanın sonuçları nelerdir?

Riyad yönetimi 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah savaşından bugüne kadar İran'la yoğun bir vekalet savaşına girdi ve genişleyen İran nüfuzunu dengelemek için yoğun çaba sarf ediyor. Bölgede İran'ı büyük bir gücün aktif desteği olmadan sınırlayamayan Riyad, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Körfez güvenlik mimarisi için sağladığı fiili güvenlik garantilerinde yaşanan azalmayla ciddi bir yalnızlığa düştü. İran'ı dengelemek için geniş bir coğrafyada vekalet savaşları sürdürmek zorunda kalan ve verimli ekonomik kaynaklarının büyük bir bölümünü savunma sanayine akıtmak zorunda kalan Riyad, bu politika sebebiyle ekonomiyi petrole bağımlılıktan kurtarmak ve dinamik bir ekonomi oluşturmak için geliştirildiği "Vizyon 2030" hedeflerinden oldukça uzaklaştı. Eğer İran'la yaşanan gerilimde anlamlı bir azalma yaşanırsa Riyad’ın ekonomik hedeflerini yakalaması kolaylaşacaktır. İran'ın bölgede dengelendiği bir siyasal atmosferi sağlayan Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın ülke siyasetindeki profilinin güçleneceğini ve Suudi tahtına giden yolunun daha da kolaylaşacağını varsayabiliriz. Ülkenin en köklü sorununa çözüm üretebilmiş olmak Veliaht Prens'i iç siyasette daha da güçlendirecektir.

Pekin'de gerçekleşen Suudi Arabistan-İran uzlaşısının en önemli uluslararası sonucu ABD'nin bölge güvenlik mimarisinde yaşadığı güç kaybıdır. Uzun yıllardır Çin, bölgeye yaptığı yatırımlar sebebiyle bölgede Batılı aktörleri geçerek bölgenin en büyük yatırımcısı oldu. Çin'in uzlaşmaya arabuluculuk yapması, ekonomik alana ilaveten diplomatik olarak da bölgedeki nüfuzunun arttığını gösteriyor. Pekin’de gerçekleşen uzlaşı, Körfez'de askeri üstünlük ABD'nin elinde olmasına rağmen, hem diplomatik hem de ekonomik alanda Pekin'in rakipsiz olduğunu gösteriyor.

Muhtemel gelecek senaryoları nelerdir?

2003 yılında ABD'nin Suudilerin muhalefetine rağmen Irak'ı işgali, 2010'lu yıllardan itibaren Irak'ı İran nüfuzuna terk etmesi ve Arap Baharı sürecinde ABD'nin Suudi güvenlik hassasiyetlerini önemsemeyen dış politikası, ABD-Suudi hattında ciddi bir krize ve güvensizliğe yol açtı. Riyad'ın perspektifinden bakıldığında, ABD 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde Riyad'a taahhüt ettiği fiili güvenlik garantilerini sağlama konusunda son dönemde ciddi bir isteksizlik sergiliyor. Bu durum Riyad'da ciddi bir güvensizlik algısına yol açıyor.

Son on yılda Riyad bu güvensizlik algısıyla baş edebilmek için büyük çaba sarf etti. Temelde Riyad'ın iki strateji uyguladığını söyleyebiliriz; ABD'yi yeniden Körfez güvenlik mimarisinin başat aktörü olmaya ikna etmek ve kendi milli savunma sanayisini inşa ederek kendi kaynaklarıyla tehditlere karşı koymak. Son on yılda yaşadığımız gelişmeler ABD'nin bölge güvenlik mimarisindeki rolünü güçlendirme konusunda ikna edilemediğini ve Suudi güvenlik sektörünün ülkeyi savunma konusunda son derece yetersiz olduğunu ortaya koydu.

ABD'yi kendi güvenliğini sağlama konusunda ikna edemeyen ve yerel kaynaklarla güvenliğini sağlamakta başarısız olan Riyad, yüzünü Pekin'e dönmek zorunda kaldı. Yakın gelecekte Çin-Suudi ilişkilerinde, ABD'nin itirazlarına rağmen, bir derinleşmeye şahit olacağımız kesin. Ekonomi ve diplomasi alanında derinleşen ilişkilerin güvenlik alanına taşınması olası. Geçtiğimiz aylarda Riyad'ın Çin'in yardımıyla balistik füze sistemleri geliştirdiği basına sızmıştı. Benzer gelişmelerin artacağını varsayabiliriz. Çin askeri unsurlarının Çin'in çıkarlarını takip ettiği bilinen bir gerçektir.

19. yüzyılın başlarından 2. Dünya Savaşı'na kadar İngiltere'nin başat aktörü olduğu Körfez bölgesi güvenlik mimarisinde 2. Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar ABD başat aktör rolü oynadı. Şimdi herkesin kafasındaki soru yakın gelecekte Çin'in bölge güvenlik mimarisinin başat aktör olup olmayacağıdır. Yaşanan gelişmeler Çin'in bölgeye dönük ilgisinin gittikçe arttığını ve ABD'nin bölgeye azalan ilgisiyle oluşan boşluğu Pekin yönetiminin doldurmakta tereddüt etmediğini gösteriyor.

[Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.