6 Ekim'de İsrail, Müslüman dünyası tarafından tanınmanın eşiğindeydi, yıllarca kenarda kaldıktan sonra kendisini Ortadoğu’nun merkezine taşıyacak bir barış anlaşması imzalamaya -Suudi Arabistan’la- ramak kalmıştı. 75 yıllık tarihinin büyük bir bölümünde varoluşunu tayin eden Filistin çatışması nihayet arka plana itilmiş gibi görünüyordu.

Hepsi 7 Ekim'de değişti

Bugün, kendisine bütün dünyanın sempatisini kazandırabilecek kanlı bir saldırının ardından İsrail, küresel olarak dışlanmış bir devlet olmaya her zamankinden daha yakın. Suudi barış anlaşması askıda. Filistin sorunu Arap komşularında suları yine bulanıklaştırdı. Başlıca müttefiki ABD ile açık bir münakaşa içinde ve fiziksel yaşam alanı kuzey ve güney sınırlarındaki tehlikeler nedeniyle daralmış durumda.

Altı ay içinde bu küçük ulus için dünya tersine döndü. 7 Ekim'de -ya da İsraillilerin deyimiyle Kara Şabat'ta- Yahudi devleti güvenlik duygusunu ve ordusunun gücüne olan inancını altüst eden temel bir şok yaşadı. Bunun üstüne Gazze'ye ağır bir saldırıyla karşılık verdi ve dünyanın büyük bir kısmının gözünde kendisini saldırgan, saldırganları da kurban konumuna düşürdü. Sonuçta oluşan izolasyon, İsrail devletinin geleceği için, Hamas'ın 7 Ekim'de 1.200 kişinin ölümüne neden olan saldırısından daha büyük bir tehdit olabilir.

İsrailli tarihçi Benny Morris, "İsrail'in uzun ömürlü olup olmadığı, kuruluşundan bu yana ilk kez sorgulanıyor" dedi. Morris, İsrail'in benzer bir varoluşsal tehditle karşılaştığı tek zamanın, beş Arap ülkesi ve yerel Filistinli milislerle mücadele ettiği 1948'deki bağımsızlık savaşı olduğunu söyledi.

Holokost'tan bu yana Yahudilere yönelik gerçekleştirilen en kötü saldırının ardından gösterilen küresel sempati azaldı ve bunun yerini Gazze'deki açlık çeken ve ölen Filistinlilerin görüntüleri aldı. Dünyanın dört bir yanına yansıtılan görüntüler Gazze Şeridi'nin moloz yığınına döndüğünü gösteriyor. Savaşçılar ve siviller arasında ayrım yapmayan Filistinli sağlık yetkililerine göre ise 33.000'den fazla Filistinli öldürüldü.

Bu hafta, çaresiz Gazzelileri doyurmaya çalışan yedi yardım görevlisinin [World Central Kitchen gönüllüleri] öldürülmesi, dünyanın büyük bir kısmı için İsrail ordusunun Gazze'de cinnet halinde sağa sola saldırmadığı fikrini çürütmüş ve ABD'nin İsrail'e verdiği desteği yeniden gözden geçirmesine neden olmuş gibi görünüyor.

Suudi Arabistan ile normalleşme askıya alınırken, Mısır ve Ürdün gibi Arap müttefiklerle ilişkiler de oldukça yıprandı. Filistin yanlısı protestocular Batılı başkentlerin sokaklarını doldurdu ve zaman zaman İsrail’in ortadan kaldırılması çağrısında bulundu. Antisemitizmdeki artış sadece İsraillileri değil, dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri de şoka uğrattı ve alarma geçirdi. Tüm bunlar İsrail içinde, devletin yalnızca kendisine bel bağlaması gerektiği hissini güçlendiriyor.

İsrailli yazar ve filozof Micah Goodman, İsrail'in bir ikilemle karşı karşıya olduğunu; Batı toplumunun sevgisini kazanmak isterken, bir yandan da -uzun vadede mevcudiyetini güvence altına almak için- Ortadoğu’daki düşmanlarına karşı caydırıcı bir güç kullanması gerektiğini ifade etti ve ekledi:

"İçinde bulunduğumuz açmaz bu."

Zaten topu topu New Jersey büyüklüğünde olan [Van ilinden biraz daha büyük] İsrail'in yaşanabilir toprak alanı iyice azaldı. Gazze çevresinde ve Lübnan yakınlarındaki kuzey sınırında ikâmet eden yüz binlerce İsrailli evlerinden tahliye edildi. Güneydekilerin büyük bir kısmı dönüş yapmış olsa da, kuzeydekilerin hiçbiri henüz evlerine dönemedi. Birçoğu hâlâ otellerde yaşıyor.

Gazze'deki savaş süregiderken, İsrailliler daha beter bir şeyle karşılaşıp karşılaşmayacaklarını henüz bilmiyor.

Batı Şeria diken üstünde. Hamas'tan çok daha güçlü olan ve 8 Ekim'den bu yana İsrail'le savaşan Lübnanlı militan grup Hizbullah'la topyekûn bir savaş her geçen gün daha olası görünüyor. İsrail ayrıca pazartesi günü Suriye'de İran'a ait bir diplomatik binaya düzenlediği hava saldırısına İran ya da ona bağlı milislerden birinin misilleme yapmasına hazırlanıyor.

Yüz binlerce yedek askerin savaşa katılmak için işlerini terk etmek zorunda kalması nedeniyle İsrail savaşın ekonomik etkilerini daha yeni hissetmeye başladı.

Ve bütün bunlar olurken; İsrail, Hamas’ı Gazze’den çıkarmak ve 7 Ekim’de rehin alınan vatandaşlarını kurtarmak gibi savaş hedeflerinin hiçbirine ulaşamadı.

7 Ekim’den önce İsrail siyasi liderliği, Filistinlilerle olan çatışmayı ekonomik teşviklerle ve güvenlik önlemleriyle kontrol altında tutabileceğini zannediyordu. [Ne kadar yanıldıkları anlaşıldı.] Netanyahu, Filistin’deki ikili siyasi yapıdan (Batı Şeria’yı kontrol eden Mahmud Abbas ve Gazze’yi kontrol eden Hamas) faydalanmak suretiyle, herhangi bir “iki devletli çözüm” müzakeresinden kaçınmak üzerine kurduğu bir uzun vadeli strateji izliyordu. İsrail, Batı Şeria'da sürdürdüğü işgale ve güney ve kuzey sınırlarındaki düşman aktörlere rağmen ekonomik, siyasi ve askeri olarak gelişebileceğine inanıyordu. ‘Normallik’, hakkı verilmiş gibi görünen bir vaatti ama sonra paramparça oldu.

Kudüs merkezli İsrail Demokrasi Enstitüsü Başkanı Yohanan Plesner, "7 Ekim'de, bu yaklaşımın iğneyle kuyu kazmaya benzediği anlaşıldı ve tam bir başarısızlık olduğu ortaya çıktı” dedi.

Ve bütün bunlar gerçekleşirken, İsrailliler ülkenin liderliği ve hükümetin savaşı ele alış biçimi konusunda tam olarak bölünmüş vaziyette. Netanyahu'nun sağcı, aşırı milliyetçi ve muhafazakâr koalisyonu bir kez daha erken seçim çağrısı yapan hükümet karşıtı protestocuların saldırısı altında. Netanyahu'nun kendi savaş kabinesi üyeleri arasında, rehinelerin kurtarılması ve Hamas'ın yok edilmesi gibi birbiriyle adeta yarışan savaş hedeflerinden hangisine öncelik verileceği hususunda yaşanan görüş ayrılıkları da kamuoyuna yansıyor. Bu durum da, liderliğin bir yandan savaş yürütürken bir yandan da kendi içinde bir savaş yaşadığı hissini derinleştiriyor.

Bu arada Netanyahu; savaş sonrası Gazze'yi kimin yöneteceğine dair bir plan yapmayı sürekli erteliyor, bağımsız bir Filistin devletinin masada olmadığını söylüyor ve Filistin Yönetimi [Mahmud Abbas] ile çalışmayı reddediyor.

Böylece, Gazze'de sahadaki birçok taktiksel kazanıma rağmen, İsrail için stratejik bir zaferin çok uzak göründüğü bir durum ortaya çıkıyor.

Altı ay içinde İsrail ordusu birçok taktiksel başarı elde etti. Hamas'ın tünel sisteminin yaklaşık %40'ı yok edildi, 24 taburdan 18'i dağıtıldı, roketlerin çoğu imha edildi ve birçok üst düzey Hamas komutanı öldürüldü. İsrail artık Gazze'nin büyük bölümünde hareket serbestisine sahip. [ABD ve Mısır istihbarat raporları, bu sayıların abartılı olduğunu ve Hamas’ın bu denli bir hasar almadığını söylüyor. Ayrıca İsrail, henüz savaşın başlarındayken, dünya çapında bir suikast hareketi başlatacağı tehdidinde bulunmuştu. Hamas’ın lider kadrosu ise hem Gazze’de, hem de Katar gibi dış ülkelerde faaliyetlerine devam ediyor.]

Netanyahu zaferin yakın olduğunu söylese de anketler ülkenin çoğunluğunun buna ikna olmadığını ortaya koyuyor.

Hamas ise hiçbir teslim olma belirtisi göstermiyor. İsrail askerleri çekilir çekilmez Hamas militanları bölgelere sızabiliyor.

Biden yönetimiyle tırmanan gerilim, İsrail'in Mısır sınırında yer alan Refah kentine yönelik yürütmek istediği savaşta elindeki seçenekleri kısıtlıyor. İsrail, burada Hamas’a ait dört tabur militan olduğunu iddia ediyor fakat aynı zamanda burada bir milyondan fazla Filistinli barınıyor.

ABD, İsrail'i, sivil halkın güvenliğini sağlayacak makul bir plan olmaksızın Refah'a operasyon düzenlemesi halinde kırmızı çizgiyi aşmış olacağı konusunda uyardı. Ancak ABD’li yetkililer, İsrail’in hâlâ böyle bir plan sunmadığını ifade ediyor.

Netanyahu, İsrail'in gerekirse Amerika'nın onayını almadan Refah operasyonuna başlayacağını söyledi.

İsrail hapishanelerinden serbest bırakılanların çoğu sağlık sorunu yaşıyor İsrail hapishanelerinden serbest bırakılanların çoğu sağlık sorunu yaşıyor

Filozof Michan Goodman, bu durumu, "Refah'ı alır ama Amerika'yı kaybedersek savaşı kaybetmiş oluruz," diye yorumluyor.

Daily Ummah


[Köşeli parantezler, mütercimin konu daha iyi anlaşılsın diye yaptığı açıklamaları ihtiva eder. İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir ve Daily Ummah’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.]