Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, 15'inci yüzyılda başlayan sömürge dönemi faaliyetlerinin iklim krizindeki rolü ve kolonyal ülkelerin iklim krizi konusundaki tutumlarını değerlendirdi.

Erol, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 2022'de hazırladığı raporda, ilk defa küresel iklim krizinin nedenleri arasında sömürgecilikten bahsedildiğini, tarihi süreçte sömürgeci devletlerin kolonilerindeki faaliyetleriyle tetikleyici rol oynadığını söyledi.

Sömürgeci devletlerin ele geçirdikleri bölgelerde ormanlık alanları tarım alanına çevirdiğini veya yer altı kaynaklarına ulaşmak için Afrika ve Latin Amerika'da ormanları yok ettiğini hatırlatan Erol, "Sömürge döneminde, ormanlardan kesilen ağaçlar, Avrupa'ya taşındı. Yok edilen ormanlar tarıma açılırken; arazilerin kontrolsüz kullanımı ve bilinçsiz şekilde yapılan tarım, toprağın verimsizleşmesine, su kalitesinin düşmesine ve erozyona yol açtı." ifadesini kullandı.

Prof. Dr. Erol, Batılı ülkelerin "Beyaz adamın yükü" söylemiyle sömürdüğü ülkelere müdahalelerini meşrulaştırmaya çalıştığını anımsatarak, şunları dile getirdi:

"Sömürgecilik, neden olduğu iklim kriziyle kalıcı tahribata, önlenmesi zor ve maliyetli tehdide yol açtı. Buna rağmen sömürgeci ve Batı merkezli kapitalist devletler, mevzubahis tehditle mücadele etmek için çeşitli imkanlara sahip, ancak iklim krizinin siyasi, sosyal ve ekonomik kapasitesi zayıf devletlerin ve toplumların yok oluşunu beraberinde getirmesi muhtemel."

Kolonyalistlerin, büyük kaynakları kendilerine bağlayarak en güçlü devlet olmayı amaçladığını vurgulayan Erol, Afrika'nın önemli kısmını sömüren Fransa'nın, hala bölgedeki sömürgecilik faaliyetlerinden vazgeçmediğini kaydetti.

Sömürgeci devletlerin, doğrudan askeri varlık göstermese de siyasal, ekonomik ve sosyal kaynaklarını kullandığı ülkeleri kendilerine bağımlı hale getirdiğini ifade eden Erol, merkez-çevre ilişkileri açısından dünyanın kaynaklarını toplayan merkez ülkelerin, çevre ülkelerdeki doğa tahribatını düşünmediğine dikkati çekti.

Sömürgeci devletler iklim krizini politik amaçlarla kullanıyor

Erol, sömürgeci devletlerin geçmişe dönük muhasebe yapma gereği hissetmediğini, aksine Batı merkezli tarih okumasıyla yargılanamaz şekilde konumlandıklarını belirterek, iklim krizine yönelik yasal süreçlere ve politikalara bakıldığında bu devletlerin aleyhine kararlar çıkmayacağını aktardı.

Batılı şirketlerin kendi ülkelerinde uymak zorunda olduğu kurallara diğer ülkelerde uymadığına işaret eden Erol, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Sömürgeci zihniyetin aslında varlığını koruduğu ve karını azami seviyeye ulaştırmaya çalıştığı görülmektedir. Elbette sömürgeci devletlerin bu konuda hesap vereceği söylenemez. Avrupa Birliği (AB), Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'nı (CBAM) hayata geçiriyor. Bu mekanizmanın amacı, bir ülkede üretim yapan şirketin AB'ye mal ihracı sırasında aradaki karbon fiyat farkını ödemesi ancak ülke, AB ile aynı çevre politikalarına sahipse bundan muaf. Bu da Batılı ülkelerin hesap vermek yerine kendilerini örnek olarak sunduğunu gösteriyor."

İklim krizinin, Batı'yı da tehdit eder hale gelmesiyle gündeme taşındığını aktaran Erol, sömürgeci devletlerin, bu krizi, müdahaleci politikaları çerçevesinde siyasallaştırdığını ve güvenlik eksenine oturttuğunu ifade etti.

Güvenlik eksenindeki konuların toplum tarafından onaylandığını, bunlara sessiz kalındığı zamanki müdahalelerin de meşruiyet kazandığını kaydeden Erol, "Geçmişte emperyalist devletlerin, ideolojik söylem ve yanlış bilgilerle diğer ülkelere saldırdığı biliniyor. Bunun örneklerinden biri kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle ABD'nin Irak'a yaptığı müdahale." diye konuştu.

Erol, Batılı ülkelerin iklim krizini de güvenlikçi eksene oturtarak diğer ülkelere müdahale aracına dönüştürebileceğine değinerek, "Batılı devletler bu yöntemle küresel rekabette ellerindeki gücü korumayı amaçlıyor." değerlendirmesinde bulundu.

İskoçya'nın Glasgow şehrinde 2021'de düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı'na, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin bazılarının katılmadığını hatırlatan Erol, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin karbon emisyonlarını düşürmek gibi iklim kriziyle ilgili izlediği politikalarda samimi olmadığını, devletlerin, çeşitli kararlar almak için söylemler geliştirse de somut adımlar atmadığını söyledi.

İklim krizinin oluşturduğu tehditler

Erol, iklim krizinin yarattığı afetlerin türüne ve bölgelere göre değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek, "Artan sıcaklıklarla Afrika'daki su krizi her geçen gün derinleşiyor. Aynı şekilde kutuplardaki buzullar, zaman geçtikçe daha hızlı eriyor. Diğer taraftan muson bölgelerindeki yağışların şiddetlendiğini görmek mümkün. Kısacası iklim değişikliği, farklı açılardan dünyayı tehdit ediyor." dedi.

İklim krizine bağlı sorunların insanlık için büyük tehditler oluşturduğunu vurgulayan Erol, şu bilgileri paylaştı:

"Artan doğal afetler, kuraklık, erozyon, toprak kirliliği gibi sorunlar, su ile gıda güvenliği açısından insanları, toplumları ve devletleri doğrudan tehdit edecek. Daha da önemlisi bu tehditler, göçlere, bölgesel ve küresel savaşlara neden olma potansiyeline sahip. Özellikle de kaynak savaşlarının yoğunlaşması nedeniyle 2050'de yaklaşık 1 milyar insanın göç edeceğine yönelik tahminler, tehdidin ve krizin boyutunu daha somut çerçeveye oturtuyor. Ayrıca iklim değişikliği, sadece insanlar için değil; çeşitli canlı türleri ve ekolojik yaşam için de hayati tehdit içermektedir."

Sanayi devriminde ihtiyaç duyulan ham maddeleri elde etmek için doğaya zararlı yöntemlerin kullanıldığını ve fosil yakıt tüketiminin hızlandığını belirten Erol, "Batılı devletlerin birçok atığı geri dönüştürdüğünü iddia etmesine rağmen ağır metal ve nükleer atıkların akıbeti belirsiz. Bu atıkların üçüncü dünya ülkelerine gönderildiği ve gizlice gömüldüğü şeklinde iddialar var." sözlerini sarf etti.

Erol, geri dönüştürülmeyen atıkların, çevre kirliliğine ve doğaya zarara yol açtığını kaydederek, sömürgeci düzenin üretim sürecinde olduğu gibi tüketim sürecinde de dünyaya ağır zarar verdiğini anlattı.

Batı'nın verimli toprak ve temiz su kaynağına sahip ülkelere müdahale etmek için hazırlık yaptığını ve bu ülkelerin belirlediği politikaları şekillendirmeye çalıştığını dile getiren Erol, bunu emperyalizm ve sömürgeciliğin yeni versiyonu olarak tanımladı.