Meryem ve arkadaşlarının özellikle Bosna’yı yakından tanımasını istemiştim. Balkanların her anlamda en rafine hale geldiği yerlerden biri burasıydı çünkü. Osmanlı’nın Rumeli’de yazdığı hikâyeyi, maziden günümüze kalanları, Aliya’nın bıraktığı parıltılı izleri, Bosna Savaşı’nda yaşanan mezalimi, Müslüman olmanın hangi bedelleri gerektirdiğini ve daha birçok şeyi kestirmeden anlatmak mümkündü burada.

Cuma günü öğleden sonra sağanak yağmur altında Saraybosna’ya inip Alifakovac mahallesindeki evimize yerleştik, ardından Başçarşı’yı adımlamaya başladık. Saraybosna’ya İslâm’ın mührünü vuran Gazi Hüsrev Bey’i (1480-1541) ve bıraktığı eserleri konuştuk bol bol. Tarihî yapılar üzerinden, bir “İslâm şehri” nasıl olur, bu noktaya dikkat kesildik. Ferhâdiye Caddesi üzerinde, Saraybosna’nın batı yakasına geçerken birden bire değişen mimarî ve kiremit çatılı şirin binaların yerini alan Avusturya-Macaristan dönemi yapılar, kızların çok dikkatini çekti. “Müslüman semt” ile “Hristiyan semt” arasındaki net ayrım, zannediyorum ömür boyu kalmak üzere hafızalarına yerleşti.

Cumartesi sabah erkenden Kovaçi Şehitliği’ne geçip, Aliya’nın kabrini ziyaret ettik. Kızlara Aliya’yı, onun Bosna için ifade ettiği anlamları, şehitlikte yatanların öyküsünü ve Bosna Savaşı’nı anlattım. Daha sonra Saraybosna’dan ayrılıp, Neretva ırmağının kıyısında yükselen şirin Osmanlı kasabası Poçitel’e kadar indik. Vaktiyle Osmanlı-Venedik sınırını tutan bir karakol şeklinde inşa edilen Poçitel, hem konumu hem de mimarî güzelliğiyle etkileyiciydi. Poçitel’den, Buna nehrinin doğduğu noktaya kurulan muhteşem Blagay Tekkesi’ne uzandık. Burada Osmanlı’nın Balkanlarda tutunmasında tasavvufun ve dervişlerin rolünü konuştuk.

Mostar, tüm gezimizin en çarpıcı duraklarından birini oluşturdu. Sadrazam Rüstem Paşa’nın kardeşi Karagöz Mehmed Bey tarafından inşa ettirilen 1558 tarihli külliyede öğle ve ikindi namazlarımızı eda ettikten sonra, yağmurların tesiriyle debisi yükselen Neretva’nın kıyısına indik. Mostar Köprüsü’nün ihtişamlı gölgesine sığınmışken, 9 Kasım 1993 günü Hırvatların topçu ateşiyle köprünün anbean yıkılışının görüntülerini izlettim kızlara. Bütün masumiyetleriyle sordukları “Ama neden? Köprüden ne istediler?” sorusunun cevabı netti: Çünkü bizi hatırlatan her şeye düşmanlar ve bu düşmanlık, bugün yok olmuş değil.

TRT "Ramazanda Bir Filistin Gecesi" etkinliği düzenledi TRT "Ramazanda Bir Filistin Gecesi" etkinliği düzenledi

Akşam yeniden Saraybosna’ya döndüğümüzde, Başçarşı Sebili’nin önünde bizi bir sürpriz bekliyordu. Farklı milletlerden çok sayıda insan, Filistin bayraklarıyla, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırımı telin ediyordu. Meryem’ler hemen koşup bu gösteriye katıldılar, büyük bayraklardan birinin kenarından tutup sloganlara eşlik ettiler. Bosna’da Gazze gündemi zaten oldukça canlıydı. Gittiğimiz her yerde ve girdiğimiz neredeyse her dükkânda bizi Filistin bayrakları selamlıyordu. Bu çok normaldi, çünkü “soykırım”ın ne demek olduğunu, dünyada en iyi bilecek milletlerden biri elbette Boşnaklardı. Bosna’dan Gazze’ye gönderilen selamlar, bu yüzden çok içten ve samimiydi.

Seyahatimizin son gününde, Saraybosna’ya bakan tepelerden birindeki Hambina Carina Kabristanı’na çıkıp, Mehmed Hanciç Hoca’nın (1906-1944) mezarını ziyaret ettik. Aliya’yı yetiştiren adamdı Hanciç. Bosna’nın İslâm toprağı olarak kalması için mücadele ederken, doktor kılığındaki İslâm düşmanı teröristler tarafından ameliyat masasında katledildiğinde henüz 38 yaşındaydı. Hikâyesi, hepimizi hüzünlendirdi.

Hanciç’i selamladıktan sonra Srebrenitsa’ya uzandık. Uzun ve zahmetli bir yolculuğun sonunda ulaştığımız Potoçari Şehitliği’nde insana ukbâyı hatırlatan bir sükûnet ve sessizlik vardı. 1995 yazında Sırplar tarafından katledilen şehitlerin isim listesini inceledik uzun uzun. Aynı aileye mensup onlarca kişi… Her yaştan, nice kurban… Tek “suçları” ise Müslüman olmak… “Dünya üzerinde Müslümanlara düşmanlığı çok derin üç millet vardır” dedim kızlara, “Balkanlarda Sırplar, Ortadoğu’da Siyonist Yahudiler, Asya’da da Hindular. Srebrenitsa’da ne yaşandıysa, benzeri ve çok daha fazlası Gazze’de yaşanıyor şu anda.”

İşi gereği Saraybosna’da yaşayan sevgili İsmail Furkan Yurdakul kardeşimin de eşlik ettiği seyahatimiz bittiğinde, Meryem’lere “Bosna’yı nasıl buldunuz?” diye sordum. Cevapları, tam istediğim gibiydi: Çok yakın, çok sıcak ve çok aşina bir ülkeydi gördükleri.